Berlin’i çok seven, sevmeyenleri uyaran, uyarmamıza rağmen sevmeyenleri dışlayan bir ekip olarak izninizle iddialı bir açıklama ile giriş yapmak istiyoruz: Berlin güzel bir şehir değil. Hiç boşuna kızmayın, görsel açıdan adamı çıldırma noktasına getirecek bir sürü Avrupa şehri varken Berlin’e güzel demek gerçekten anlamsız olur. Tabii ki istisnalar, bazı muhteşem olan versiyonları hariç tüm duvarlar karalanmış durumda, çoğu mevsimi kasvetli ve açıkçası beton yığınları resmen üstünüze üstünüze geliyor. Fakat bu Berlin’i çok sevmeye, bağrınıza basmaya engel mi? Asla! Berlin’in bir ruhu var, Berlin’in bir karakteri var, Berlin soru sormaz, Berlin sorgulamaz, Berlin sizi anlar, siz Berlin’i anlamazsınız ama anlamaya çalışırken bayağı keyif alır, kendisiyle ilişki durumunuzu “it’s complicated” olarak belirler ama kendisinden bir türlü kopamazsınız. Berlin, sizin bittiğine üzülmenize engel olamadığınız eğlenceli ama kırıcı ilişkiniz, arkasından “biz onunla çok eğleniyorduk ama iyi bir insan değildi sanırım” diye düşündüğünüz arkadaşınız gibidir. Berlin sizi asla terk etmez, kafanızda bir yerde durmaya devam eder, arada bir hatırlayıp özlersiniz ve en önemlisi elinizde olsa hemen geri dönersiniz. Hal böyle olunca, bunca alternatifin, bunca çeşitliliğin ve bu denli canlı bir hayatın olduğu şehir için alternatif bir Berlin gezi rehberi yazmadan geçmek olmazdı! Gelin bakın, şehri biraz daha seveceğinizin garantisini veriyoruz.
Başlamadan gelen önemli not: Berlin’de Gezilecek Yerler, Berlin gece hayatı rehberi, Berlin’e gidecek turistler için bir takım ipuçları ‘nı da görmek isteyebilirsiniz, onları da sizin için buraya bıraktık.
2022 yılında gerçekleştirdiğimiz bir başka Berlin gezimize şuradan bakabilirsiniz, özellikle mekanlar konusunda onu baz almanızı öneririz, konaklama vs. içinde bakabilirsiniz. Berlin gezimizi direkt izlemek isterseniz o zaman sizi Instagram’daki sabit Berlin hikayelerimize bekliyoruz.
*Başlamadan gelen son not, yurt dışında internet kullanımı için bir e-sim uygulaması olan Airalo’yu önerebiliriz, bize sık sık sorulan bir konu olduğu için söz etmeden geçmek istemedik. Biz böyle bir gelişme olduğundan beri neredeyse tüm gezilerimizde bu yöntemle internete erişim sağlıyoruz. Operatörlerin paket ücretlerinden çok daha makul bir fiyata denk geliyor ve ne kadar süre, ne kadar kullanıma ihtiyaç duyacağınıza göre istediğiniz paketi seçebiliyorsunuz. Uygulama ve fiyatlara göz atmak isterseniz şuraya tık tık.
Berlin’de Nereyi Gezelim Görelim?
Berlin gezi rehberi yazımızda da anlattığımız üzere bu şehirde gezip görecek yer çok. Ancak bizce işin asıl kısmı turistlik görevlerinizi yerine getirip ana yerleri ziyaret ettikten sonra başlıyor. Berlin tam anlamıyla ruhu olan bir şehir olduğu için bu şehri tanımak yalnızca katedral görüp alışveriş caddesi gezmekten ibaret değil. (aslına bakarsanız bunu her şehir için söyleyebiliriz, orası ayrı mesele) Gerçekten arka sokaklarına dalmanız, “buraya kim gider ulan” dediğiniz yerlerine girip beklenmedik güzelliklerle karşılaşarak kendinizi şehrin ritmine kaptırmanız gerekiyor. Aşağıda anlatacağımız yerler çoğunlukla insanların Berlin’e ilk gidişlerinde koştur koştur gezdikleri yerler değil, ancak bizce çoğu o kategoriye eklenebilecek güzellikte. İkinci gidişinize mi saklarsınız yoksa bazılarını listenizin başına mı eklersiniz bilmiyoruz, biz önerilerimizi verip kararı size bırakalım.
Konaklama konusu için şuradaki daha güncel rehberimize bakmanızı öneririz, o konuya bu rehberde girmiyoruz.
Sammlung Hoffmann Sanat Koleksiyonu
Erika ve Roff Hoffmann’ın kişisel sanat koleksiyonundan oluşan Hoffman Sanat Koleksiyonu, şehirde gezebileceğiniz oldukça özel galerilerden biri. Roff Hoffmann maalesef hayatını kaybetmiş, ancak Bayan Hoffmann hala hayatta ve kendisiyle turunuz esnasında karşılaşıp tanışabilme şansınız da oluyor. Bayan Hoffmann demek bize de garip geliyor ama kendisini görseniz siz de öyle hitap edersiniz, pek havalı biri. Neyse. Burada gerçekleştireceğiniz turu kendi başınıza yapabilme imkanınız yok, rehberli turlara katılmak durumundasınız. Andy Warhol, Franz West gibi ünlü sanatçıların eserlerini görebilme imkanı tanıyan koleksiyonu bu işlere hakim biri ile gezmek tabii ki çok daha keyifli oluyor. Sadece girişteki kadının hiç durmadan gülümseyen ama aslında dolabında balta koleksiyonu olan bir psikopat olduğundan şüpheleniyoruz, ona dikkat edin. Bu arada içinde gezeceğiniz şahane bina aynı zamanda Erika Hanımcığımızım yaşam alanı olduğu için koleksiyonu gezerken ayağınıza saçma sapan bir şeyler takmanız da gerekiyor, yadırgamayınız. (bu cümlenin vurgusu oranın aynı zamanda bir ev olması)
-Adres: Sophienstrasse 21
C/O Berlin
Fotoğraf odaklı sergileri gezmekten keyif alıyorsanız çok sevme garantisi verebileceğimiz galeriler kontenjanından C/O Berlin, Amerika Haus’un içinde yer alıyor. Gitmeden önce web sitelerinden özellikle dönemsel sergileri kontrol etmekte ve eserlerini göreceğiniz sanatçı ile ilgili ön bilgi edinmekte fayda var, gerçekten orijinal şeylere denk gelebiliyorsunuz. Eğer rehberli turla ilgileniyorsanız Cumartesi ve Pazar günleri mevcut, ancak sanıyoruz yalnızca Almanca olarak gerçekleştiriliyor ki gördüğünüz gibi ön bilgi edinip gitmek bu noktada daha da anlam kazanıyor. Almanca biliyorsanız çok tatlısınız ve sizi öpüyoruz, beraber gidersek bize de anlatın.
-Adres: Hardenbergstrasse 22-24
-Her gün 11:00 – 20:00 arası açık
Topography of Terror
Berlin ve yakın tarih inanılmaz iç içe olduğu için daha alternatif bir geziye giriştiğinizde bile 2. Dünya Savaşı bağlantılı konulara kontrolsüzce sürükleniyorsunuz. Topography of Terror, 1933-1945 yılları arasında Nazi subayları tarafından ana merkez olarak kullanılmış bir bina ve çevresinde yer alan bir tarih müzesi. Sürecin nasıl geliştiğine, partinin nasıl örgütlendiğine, ne şekilde ilerlediklerine dair birçok bilgi edinebiliyor ve insanoğlundan bir kez daha tiksiniyorsunuz. Aynı zamanda Berlin Duvarı’ndan kalıntılar görebilmeniz de mümkün. Müzenin girişi ücretsiz. Evet inanılmaz moral bozan ve adama dünya düzenini 1000 kez daha sorgulatan bir müze, ancak bizce kesinlikle ziyaret edilmeli.
-Adres: Niederkirchnerstrasse 8
Berlinische Galerie – Museum of Modern Art
Berlin gibi bir şehirde modern sanat odaklı bir müze olmaması resmen ayıp olurdu. Zaten şehirde belli bir saatten sonra gördüğünüz manzaraları alıp bir mekanın içine yerleştirseniz ve başına da birkaç inceleyen hipster koysanız çok yüksek ihtimalle “performans sanatı” olarak adlandırılırdı. Berlinische Galerie, henüz haberdar olmadığınız ancak tanışmaktan mutluluk duyacağınız yeni Alman sanatçılar keşfetmek için tam bir nokta atışı. Bu arada ana sergi ile birlikte şuradan dönemsel sergilere de göz atmayı unutmayın deriz, güzel işlere denk gelebiliyorsunuz.
-Adres: Alte Jakobstrasse 124-128
-10:00-18:00 arası açık, Salı kapalı, giriş 8 Euro.
Kreuzberg Bölgesi
Berlin’e farklı dönemlerde ayak basmış kişilere “Kreuzberg nasıl bir yer?” sorusunu soracak olsanız her birinden farklı cevap alırsınız. Birkaç sene önce Kreuzberg’e yolu düşmüş biri size “Küçük İstanbul” tanımlamasıyla gelebilir, Almanca tek bir tabela bile göremeyeceğiniz ya da sokakta çekirdek çitleyen ya da aşağı “BERAAAT YEMEK HAZIIIR” diye bağıran Türk kökenine %100 bağlı kalmış teyze ve amcalardan bol bir şey olmadığını söyleyebilir. Yakın zamanda gitmiş biri ise size son derece kozmopolit, gece hayatının yoğunlaştığı, 3. dalga kahveciler ve yeni yeni mekanların etrafı sardığı bir ortamdan bahsedebilir. Hangisi doğru diye soracak olursanız ikisi de baştan aşağı doğru efendim! Kreuzberg bu dönem itibarıyla inanılmaz popüler, inanılmaz canlı. Ancak aynı zamanda şehrin Türk popülasyonunun en yoğun olduğu bölümü. Bar, yanında cami, yanında dönerci, yanında burgerci, yanında kahveci şeklinde yan yana dizilmiş birbiriyle konsept olarak müthiş alakasız birçok mekanı görünce siz de ne demek istediğimizi tam olarak anlayacaksınız. Zaten dev “Kreuzberg Merkezi” yazısını gördüğünüzde sizin için de işler iyice netleşecek. Sonuç olarak burası Berlin’de alternatif bir gezi gerçekleştirmek istediğiniz takdirde en çok vakit geçireceğiniz bölgelerden biri olacak ve eminiz ki siz de bizim gibi bu acayip karmaşaya anlamlandıramadığınız bir hayranlık duyacaksınız. Zaten yazdığımız mekan önerilerinin birçoğu da Kreuzberg ve civarında yer alıyor.
Neukölln Bölgesi
Neukölln de aslında teknik olarak Kreuzberg’in bir başka versiyonu. Yalnızca Kreuzberg kadar hızlı bir değişim yaşamadığı için bir tık daha az popüler olduğunu söyleyebiliriz. Fakat burası da tıpkı Kreuzberg gibi Türklerin yoğun olduğu, gece hayatının yoğunlaşmaya başladığı, hipsterların akın akın saldırdığı bir bölgeye dönüşmeye başladı bile. Zaten buraları keşfetmek isteseniz de istemeseniz de, şehir sizi resmen buralara doğru itiyor, dolayısıyla gerçek Berlin’i tanımak istiyorsanız göçmenler ve lokallerin birbirine karıştığı ve en önemlisi hiç kimsenin birbirinden rahatsızlık duymadığı Neukölln’e elbet ayak basacaksınız. Keyfini çıkarın, yeni bir şeyler oluyorsa bize de haber edin.
Prenzlauer Berg
Burası da aynı Kreuzberg ve Neukölln gibi son yıllarda oldukça popüler bir bölge haline gelmiş durumda. Aslında ilk bakışta oldukça sakin, günün ortasında en aktif olması gereken saatlerde bile sokakta fazla insanla karşılaşamayacağınız bu bölgede Berlin’in en popüler kahvecilerinden, barlarına, sanat galerine kadar birçok mekan bulmak mümkün. Bu bölgeyle ilgili şöyle de tuhaf bir bilgi edindik. Aşağıda size önerdiğimiz Bonanza Coffee’de otururken karşılaştığımız bebek sayısının anormal derecede fazla olduğunu tespit ettik. Bunun sebebi de bölgenin, Berlin’deki en genç kesimin en yoğun olduğu yer olmasıymış.
Berlin’de En İyi Kahveyi Nerede İçelim?
Berlinliler kahve meselesini ciddiye alıyor. Hipster’ı bol şehir olduğundan mıdır bilinmez, ortalık 3. dalga kahveciden geçilmiyor, acayip çok seçenek var. Bu sebeple birkaç gününüz varsa ve siz de bizim gibi iyi kahve arayışına giriyor, hatta yine bizim gibi evinizde öğütmek için de kahve alıyorsanız, gün içinde birkaç farklı kahveci denemeye kalkışabilirsiniz. Biz orada bulunduğumuz günler boyunca manyaklar gibi kahve tüketerek en iyileri tespit ettik, diğerlerini hiç karıştırmadan aşağıdaki kahvecilere yönelebilirsiniz.
The Barn: Berlin’deki kahvecilerin kralı diyebiliriz. Zaten birçok mekanda bu mekanın kahvesinin kullanıldığını da göreceksiniz. Buradan eve kahve alabileceğiniz gibi tatlı ihtiyacınızı da giderebilirsiniz. Biz Lizbon’un bize en güzel hediyesi olan Pasteis de Nata’yı burada görünce bayağı sevinmiştik ama o konuda kahvede olduğu kadar başarılı olduklarını söyleyemeyeceğiz. (Auguststrasse 58)
Companion Coffee: Aşağıda daha detaylıca bahsedeceğimiz Voo Store’un içinde yer alan Companion Coffee’nin kahveleri Ruanda’dan geliyor, kavrulma işlemi Macaristan’da gerçekleşiyor, satışı ise Companion Coffee’de. Süreci enteresan ama sonucu şahane. Tanısanız seversiniz. (Oranienstrasse 24)
Five Elephant: Yine hem kaliteli kahve alabileceğiniz, hem bir şeyler atıştırabileceğiniz kahve odaklı bir hipster yuvası. Dev palto ve salaş bere takmayanı içeri almıyorlar desek yeridir. Ayrıca Philly Cheesecake’leri de şehir çapında nam salmış ama biz bir türlü neden beğendiklerini anlayamadık, basbayağı kötüydü. Olsun, konumuz kahve, gidiniz, içiniz! (Reichenberger Strasse 101)
Bonanza Coffee: Bize kalırsa The Barn ile birlikte evinize kahve alabileceğiniz en başarılı kahvecilerden. Ayrıca içinde türlü türlü acayip ilgi çekici dergi ve güzel havada çok keyifli olabilecek geniş bir dış mekanı olduğu için ayrıca sevilesi. Uzun zamanınız varsa dergilere ve kahveye abanıp saatlerinizi geçirebilirsiniz. (Oderberger Strasse 35)
Oslo Kaffebar: Adından da anlayabileceğiniz üzere İskandinav kökenli olan Oslo Kaffe bar, hem kaliteli kahveye odaklanan, hem bayağı lezzetli tatlılar yapan hem de içindeki küçük alanda dönemsel sergiler gerçekleştiren sevimli bir mekan. Hem kendi kahvelerini hem de the Barn’ın kahvelerini satıyorlar. (Eichendorffstrasse 13)
Silo Coffee: Silo Coffee yalnızca kahve odaklı bir mekan değil, aynı zamanda kahvaltı için de gidebileceğiniz bir yer. Bu sebeple özellikle hafta sonu bayağı kalabalık olduğu için sıra beklemek durumunda da kalabilirsiniz. Kahve konusunda gayet başarılılar, ancak hafta sonu her konuda gecikme problemi yaşadıkları için kahvenizi almak bile bi’ 10 dakika kadar sürebiliyor. En azından dış mekanda oturabilme şansı tanıdığı için asla üşümeyen sigara içici Türkler olarak o şekilde yer bulabilirsiniz. (Gabriel Max Strasse 4)
*Deneyemediğimiz ve aklımızda kalan 3 mekanı da şuraya bırakalım, bizim yerimize siz deneyip bize de haber edersiniz; Godshot Coffee, No Fire No Glory, CK Coffee.
*Kahveciler çoğunlukla en geç 19:00’da kapanıyor, burası Berlin, ya akşam içki içeceksiniz, ya da komple dışarı çıkmayacaksınız dayatmasına hoşgeldiniz, yapacak bir şey yok. (ya da Bacanaklar 2 Aile Salonu’nda mangala gidebilirsiniz tabii) En azından çoğu Pazar günleri açık. Buna da şükür.
Berlin’de Nerede Kahvaltı Yapalım?
Berlin’de hızlı bir kahvaltı için de, yayıla yayıla brunch yapmak için de seçenek çok. Özellikle hafta sonu kahvaltısını uzun uzun yapmak burada da bir âdete dönüştüğü için güzel kahvaltı yapabileceğiniz mekanlar çoğunlukla uzun uzun kuyruklar anlamına da geliyor. Fakat korkmayın, çünkü bazı mekanlar insanların çok beklemesinin önüne geçebilmek için hafta sonu kahvaltı saatlerinde internet bağlantısını kapatmak, laptop kullanılmasına izin vermemek gibi gaddarca önlemler bile almışlar. Aralarında menüye “buraya bir şeyler yemeye geliyorsunuz, bilgisayarınızı önünüze açıp saatlerce oturmasanıza ulan” diye çemkiren yazılar ekleyenleri bile var. Ayrıca en azından aşağıda bahsedeceğimiz mekanların kahvaltı için rezervasyon almadığını da ekleyelim. Biraz beklemeyi göze almanız gerekecek, ama en azından Pazar günü boğazda kahvaltıya gidip 45 dakika sıra beklemiş gibi de hissetmeyeceksiniz.
House of Small Wonder: Dekorasyonu ile bizi kendine aşık etmiş mekanlar kontenjanından listemize giriş yapan House of Small Wonder, internette bir araştırmaya giriştiğiniz takdirde “Japon restoranı” olarak karşınıza çıkabilir. Evet, Japon restoranı sayılabilir, ancak hem görsel açıdan hem de menü olarak öyle beklediğiniz gibi çıkmayacağı kesin. Kahvaltı konusunda çok geniş bir menü sunmamalarına rağmen yaptıkları her şeyi çok iyi yaptıkları için burayı kesinlikle listeye ekleyebilirsiniz. (Johannisstrasse 20)
California Breakfast Slam: Öküzullah gibi bir kahvaltı yapmak, brunch tarihine adınızı altın harflerle yazdırmak isterseniz Cabslam sizin mekanınız. Burada öyle çok yedik, öyle sapıttık ki, kalkarken kendimizden utandık, adeta “walk of shame” yaptık diyebiliriz. Yalnız başından uyaralım, mekan aşırı hipster, etrafta boş kutular duruyor, sandalye ve masalar 80’lerdeki düğün salonları gibi ve ortam size “ulan birinin garajına gizlice mekan mı açmış bunlar?” dedirtecek tatta. Zaten buraya giderken bir yanlış yere gelmişsiniz hissi de olacaktır. Şayet o his gelirse büyük ihtimal doğru yerdesiniz. Merak etmeyin, seveceksiniz. Masaya bir şey düşürürseniz yemeyin yeter. (Innstrasse 27)
Future Breakfast: Future Breakfast son derece ulvi görevi olan bir konsept. Çünkü bunu üreten kişi şöyle düşünmüş: Gece içki içiyorum, sabah pert bir halde uyanıyorum ve sabah hak ettiğimi yiyemiyorum! Acaba hang over ve ötesi bir sabaha uyandığımda ne yesem mutlu olurdum? Bu müthiş arkadaş, bu mantıktan yola çıkarak belirli aralıklarla yer değiştiren bir “kahvaltı karavanı” oluşturmuş. Evet güzel şeyler yapıyorlar ve evet bizce yapmak istediği şeyi büyük ölçüde başarmış. Karavan olmasının bir getirisi olarak burayı denemeden önce hangi mekanın içinde ya da hangi bölgede olduklarını şuradan kontrol etmekte fayda var.
Distrikt Coffee: Hem kahvaltı yapabileceğiniz, hem güzel, özellikli kahveler içebileceğiniz mekanları seviyorsanız Distrikt Coffee’yi mutlaka seversiniz. Pancake, çırpılmış yumurta, eggs benedict gibi birçoğumuzun doyurucu kahvaltı arayışına yanıt verecek seçenekler sunan mekan, sessiz, sakin, sevilesi bir yer. Üstelik güne erken başlama kararı aldığınız günlerde imdadınıza yetişebilir, çünkü 8:30’da açılıyor. (Bergstrasse 47)
Berlin’de Öğlen ve Akşam Ne Yiyelim?
Berlin bu konuda her telden çalıyor diyebiliriz çünkü son derece kozmopolit bir şehir olduğu, dünyanın her yerinden göç aldığı için herkes kendi mutfağını bu şehre taşımış ve yerlisi de her mutfağı adeta bağrına basmış. Türk mutfağı tabii ki Türk popülasyonu sebebiyle başı çekiyor. Ancak Vietnam, Kore, Japon, Meksika, İtalyan şeklinde uzayıp giden bir liste mevcut desek de abartmış olmayız. Biz kişisel olarak pek de Alman mutfağı hayranı sayılmayacağımız için tercihlerimizi çoğunlukla daha farklı tatlardan (ve kontrolü kaybedip dönerden) yana kullandık ve tabii ki bu konuda da size bir liste çıkarmayı ihmal etmedik. Daha çok vaktimiz olsa eminiz daha çok seçenek de çıkarabilirdik, zira iyi bir araştırma sürecine girince Berlin yemek konusunda cennet gibi <3
Tommi’s Burger Joint: “Küçük burgercinin verdiği güven” diye bir şey olduğunun farkında mısınız? Sanki mekan ne kadar küçük olursa hamburgerleri de o denli güzel olurmuş gibi geliyor. Şayet bu tezimizi mantıklı bulmadıysanız bile, Tommi’s Burger Joint’ten sonra fikriniz değişebilir. Burgerleri çok lezzetli, patates kızartmaları çok iyi, sırası bol, müşterisi çok, ama değer mi, değer! (Invaliden Strasse 160)
Kimchi Princess: Yaşasın Berlin’deki dünya mutfağı çeşitliliği! Eğer değişik şeyler denemeyi seviyorsanız bir öğün hakkınızı Kimci Princess’ten yana kullanabilirsiniz. Burası çok sevilen bir Kore restoranı. “Korean Barbecue” denemeniz için oldukça iyi bir seçenek. Ayrıca ortaya dim sum vb. atıştırmalıklar da söyleyebilirsiniz. Bir de unutmadan, kokteylleri o kadar güzel ki, yazarken bile ağzımız sulandı sapıttık, mutlaka deneyin. (Skalitzer Strasse 35)
Maria Bonita: Bu sefer Berlin’den Meksika’ya uzanıyoruz. Taco sever misiniz? Tabii ki seversiniz. O zaman akşam atıştırmalığı ya da öğlen yemeği için Maria Bonita’ya uğruyor, taco, burrito, quesedilla artık allah ne verdiyse sipariş veriyor, yanına da Margarita’nızı çakıyorsunuz, mutluluğunuz daim oluyor. Long live Mexican food! (Danzigerstrasse 33)
Crackers: Başından söyleyelim, Cracker’a biraz ayarız. Berlin’deki “gizli mekan” konseptinin ekmeğini yiyerek biraz gereksiz yüksek fiyat çekiyorlar gibi geliyor. Mekan güzel mi? Güzel. Ancak yemekleri kesinlikle o kadar abartı fiyatların karşılığını vermiyor. Kötü olduğunu söyleyemeyeceğiz, ancak ortalama olduğunu söyleyebiliriz. Yine de denenmeyecek gibi değil tabii ki. (Friedrichstrasse 135)
Kaffemitte: Öğlen yemeğine fazla vakit ayırmak istemediğiniz hızlı bir alternatif arıyorsanız her kafede bulabileceğiniz klasik dünya mutfağı yemeklerini bir arada bulabileceğiniz, büyük ihtimalle lokasyonu sebebiyle her daim kalabalık olan bir mekan. Hızlı servis yapıyorlar ve denediğimiz hiçbir şey kötü değildi, mutlaka gidilmeli demiyoruz ama özellikle öğlen için iyi bir alternatif. (Weinmeisterstrasse 9A)
Curry 36: Akşam atıştırmalığı arıyorsanız ve Berlin’in meşhur Currywurst’ünü denemeden dönmek istemiyorsanız Curry 36’yı deneyebilirsiniz. Lokaller arasında acayip popüler, özellikle gece bayağı bi’ kuyruk beklemenizi gerektirebilir ve açıkçası genel olarak Currywurst’un çok büyük bir olayı olduğunu düşünmediğimiz için öyle DEV övmenin alemi yok. Ancak yine de gece o halde her şeyin lezzetli geldiğini düşünerek uğrayabilirsiniz. Birçok Berlinliye göre currywurst konusunda en iyi mekanlardan biri olduğu için merakınızı gidermiş olursunuz. (Mehringdamm 36)
Mustafa’s Gemüse Kebab: “Ay yurtdışına çıkıp da döner mi yiyeceğim şekerimcilik” yapma meselesini bir kenara attıran dönerciler kralı Mustafa’s Gemüse Kebab’ı duymayani bilmeyen var mı? Siz dönercilere bok atadurun, biz sizin yerinizi de yeriz. Evet biliyoruz, hiç de alternatif bir öneri değil, ancak o lezzeti bir kez daha deneyimledikten sonra ikinci kez kendisinden bahsetmeden edemedik. Sipariş vermesi de çok kolay oluyor, çünkü çalışan herkes Türk. ICH LIEBE DICH MUSTAFA ABİ. (Mehringdamm 32)
Neue Heimat: Bu konseptin aynısından İstanbul’a da istiyoruz! Şehirde uzun süredir kullanılmayan eski büyük bir bina ve çevresini (biliyorsunuz Berlin’de bunu yapmaya bayılıyorlar) kullanıma geçirip sokak yemeği & içki & konser alanı triosunu bir araya getirerek acayip keyifli bir alan oluşturmuşlar ve haliyle Berlinliler de buraya bayılıyor. Yaz, kış hep aktif, ama yazın ekstra keyifli. Cuma ya da Cumartesi akşamlarınızdan birinde buraya kesinlikle uğrayın ve tok gitmeyin deriz. (Revaler Strasse)
Berlin’de Gece Ne Yapalım?
Şurada size Berlin’in gece hayatının nasıl da herkese göre olmadığını, ne tür acayiplikler yaşandığını falan bayağı detaylıca anlatmıştık. O yüzden işin o kısımlarına burada hiç girmeyeceğiz. Sonra bize “BERGHAIN YOZMOMOŞLOR” diye söylenmeyin, onlar öbür yazıda. Biz burada daha sakin (sakin derken Berlin’e göre sakin) mekan önerileri vereceğiz. Kulüp öncesi önerileri olarak da adlandırabiliriz.
Mein Haus Am See: Bu mekan son zamanlarda Berlin’in en popüler yerlerinden biri haline gelmiş. Kapıda uyuzluk yapıp almadıkları, yanında kız olmayanı dışladıkları falan gayet sık görülen bir durum. Kapıda “Nicht DAM nein GİRİŞ” diye bekleyen bir kılkuyruk var. Bu uyuz herif yetmiyormuş gibi dışarı sigara içmeye çıkmak isteyen insanlara da “çıkarsan giremezsin ama canısı…” şeklinde söylemlerde bulunuyor, ayarız kendisine. Neyse. İçerisi aşırı kalabalık, aşırı kaotik ancak eğlenceli. Zaten bir taraf tribün tadında, bir tarafta ise evin salonundaymışçasına koltuklar dolu ve herkes iç içe oturuyor. Özetle deneyin, seversiniz. Yalnızca belli bir saatten sonra ergen yuvasına dönüşebiliyor, çok geçe kalmayın. (Torstrasse 125)
Luzia: İşte bir diğer popülerliğinden kapısında yatılan mekan. Hafta içi akşamları bile pek kalabalık, pek seviliyor. Hem gerçekten kaliteli bir ortamı var, hem de güzel kokteyller yapıyorlar. İçeride sigara içilebildiği için uzun vadede gözleriniz falan akıyor ama eğer havanın güzel olduğu bir döneme denk gelirseniz kalabalık dışarılara da taşıyor. Güzel mekan, güzel insanlar, bizce gidilir! (Oranienstrasse 34)
Buck and Breck: Dünyanın en iyi 50 barı listesine girerek aşırı ilgi çeken bir mekan olan Buck and Breck’e girmek pek de kolay değil. Sebebi ise oldukça küçük bir mekan ve yoğun ilgi nedeniyle uzayıp giden bir bekleme listesine sahip olması. Dolayısıyla eğer burayagidip dünyaca ünlü kokteyllerini denemek istiyorsanız mümkün olduğunca erken gidip adınızı listeye yazdırmanız gerekiyor. İşin kötüsü bu noktada da özellikle kalabalık bir grupsanız (ki 4 kişi bile burası için kalabalık sayılır) içeri girebileceğinizin garantisini veremiyorlar ve telefon numaranızı alıp saatler sonra gelebilirsiniz diye arayabiliyorlar. Bu arada, burası “gizli bar” konseptinde olduğu ve çok ilgi çekmekten hoşlanmadığı için kapısına kadar gidip de “nerede ulan bu bar” diyecek noktaya da gelebilirsiniz. Mekanı kapıdaki “closed” yazısından ve önünde duran koli/kasa yığınından tanıyabilirsiniz. (Brunnenstrasse 177)
Bar Beckett’s Kopf: Hazır gizli bar demişken en krallarından birini daha geçmeyelim. Sakin bir akşam geçirmek niyetindeyseniz, işini son derece ciddiye alan barmenlerin çalıştığı Beckett’s Kopf kesinlikle denemelik. İçeride size saatlerce anlatabilecekleri kadar özen gösterdikleri özellikli kokteyller hazırlıyorlar. İçeri kapıyı çalarak ve mekan sahibinin insafına kalarak giriyorsunuz, ki kendisi gayet sevimli birisi. Ardından şayet Almanca bilmiyorsanız size hiç triplere girmeden bütün menüyü detaylıca anlatıyorlar ve koltuklardan birine bayılarak keyfinize bakıyorsunuz. Pazar akşamı bu mekan için iyi bir alternatif olabilir. Mekanı bulmak için kapıdaki Samuel Beckett fotoğrafını gözünüze kestirmeniz gerekiyor. Girmek için beklemeniz gerekirse bir Godot’yu Beklerken temalı espri patlatmak için harika dakikalar. (Pappelallee 64)
Klunkerkranich: Bu sefer gizli bar olarak geçmeyen, ama hakkında bir şey bilmiyorsanız bulmanın acayip sıkıntılı olduğu, hatta çoğu kişinin bulamayıp yolun yarısında pes ederek eğlenceyi kaçırdığı bir mekandan bahsedeceğiz. Klunkerkranich, Neukölln Arcaden Alışveriş Merkezi’nin tepesinde yer alıyor. “Tepesi” derken gerçekten tepesinden bahsediyoruz, öyle alışveriş merkezinin en üst katında olduğunu falan düşünmeyin. Burayı bulmak için yapmanız gereken şey, alışveriş merkezinin içine girip en üste, yani sinemanın olduğu kata çıktıktan sonra, yerdeki ve duvarlardaki mavi-sarı stickler’ları takip etmek. (Fotoğrafı aşağıda) Akabinde ya asansör aracılığıyla ya da otoparkın içinden tırmanarak binanın en tepe noktasına varacaksınız, ve karşınıza kocaman bir açık alana sahip olan tatlı bir bar çıkacak. Son derece salaş bir mekan. Ancak özellikle yazın ekstra keyifli olabileceği gibi, gün batımı saatinde gidecek olursanız Berlin’e şöyle bir uzaklardan bakıp keyfinize bakabilirsiniz. Bu arada 3€’luk bir giriş ücreti var. Seviyoruz seni be Berlin’ciğim, bak böyle anlatınca bi’ özledik. (Karl Marx Strasse 66)
Nathanja & Heinrich: Tamam gizli dedik, yok kapıya isim yazmalı dedik, yok zil çalmalı, tepeye tırmanmalı dedik, ama tabii ki normal insan gibi gidip girebildiğiniz yerler de yok değil. Burası size uzaktan baktığınızda rastgele bir mahalle barı gibi görünebilir, ancak aslında oldukça tatlı ve samimi bir mekan. Lokaller arasında çok popüler olduğu için genellikle oturacak yer bulma ihtimaliniz pek yüksek olmuyor, ancak ayakta takılıp aniden onunla bununla sohbete karışmak da gayet keyifli oluyor. Yine kulüp öncesi barı olarak ya da muhabbet etmeye çıktığınız bir akşam için alternatif olarak değerlendirebilirsiniz. (Weichselstrasse 44)
Neue Odessa Bar: Berlin’de en “normal” kitleye denk geldiğimiz ama onda da aşırı manyakça bir kalabalık nedeniyle kendi eksenimizde bile dönemeden sıkış tıkış zaman geçirdiğimiz Neue Odessa Bar duyduğumuz kadarıyla “kibirli” çalışanları ile nam salmış, zira birçok kişiyi içeri almamalarıyla ünlüler, özellikle de erkek erkeğe gittiyseniz. Gözümüzün önünde de birçok kişi içeri alınmadığı için bu durumu doğrulayabiliriz. Ancak bu uyuzluklarına rağmen içeri girdiğinizde (evet tabii ki biz girdik güldürmeyin bizi……..) eğer kalabalıkla boğuşacak gücünüz varsa burayı seveceğinize eminiz. Sadece bildiğiniz Berlin mekanlarından biraz daha farklı diyelim. Normalde öyle övgüler dizmeyeceğiniz bir yer olmasına rağmen Berlin için düzeyi biraz fazla yüksek mi desek, nasıl tarif etsek biz de tam bilemedik. (Torstrasse 89)
Tausend Bar: Son gizli kapımıza geldik. Bi’ kere baştan söyleyelim biz burayı pek de sevmedik. Neden? Çünkü bizce kesinlikle belirli bir noktadan sonra Berlin’in ruhunu yansıtmıyor. Belirli bir noktadan sonra diyoruz, çünkü giriş kısmına kadar işler aslında tam Berlin’e uygun ilerliyor. Bir köprünün altında, ardından sofistike sayılabilecek bir kulübün çıkacağını asla tahmin edemeyeceğiniz bir kapıdan geçmeniz gerekiyor, ki mekandan haberdar değilseniz buranın bir kulüp olduğu aklınızın ucundan bile geçmez! Yine kapıyı çalmanız gerekiyor ve sonra içeri alınıp alınmayacağınız da bir muamma. Ancak yine de bu süreçten sonrası işler biraz değişiyor. Berlin gece hayatı dediniz mi kafanızda oluşan şey bambaşka bir şey, Tausend’da karşınıza çıkan ise bambaşka. Müzikler o gece çıkan DJ’e göre değişse de ortamdan yola çıkarak pek kayda değer bir şey denk geleceğini de sanmıyoruz. Yine de konsept ilginizi çektiyse bi’ deneyebilirsiniz tabii. (Schiffbauerdamm 11)
Siz gitmeden hatırlatalım, şurada daha da güncel bir Berlin rehberi var.
Harika bir rehber olmuş, emeğinize sağlık! Berghain kısmına çom güldüm 🙂 İlgilenenler için harita manyağı Berlin’in keyifli bir haritasını ekliyorum. (http://imgur.com/MrQgsSb)
Unutmadan Mustafa Abiye selamlar 🙂
Hem eğleniyoruz hem öğreniyoruzun ilk defa gerçekleştiği platform ! 😀 (14 yıllık eğitim hayatına göre ciddi bir başarı)
2 hafta sonra Berlin’e uçuyorum,umarım 1 haftada hepsini yapabiliriz (olmadı seneye)…
Selamlar!
Blogunuzla Berlin’e gitmeden önce araştırma yaparken tanıştım ve diğer yazılarınıza da şöyle bir bakayım dedim; keşke bu blogu daha önceden keşfetmiş olsaydım dedim kendi kendime 🙂
Yazı diliniz ve içerik kaliteniz çok başarılı. Bu yazı ve diğer Berlin yazılarınız bizim için güzel bir rehber oldu, özellikle Kreuzberg paragrafını okuduktan sonra yarım günümüzde o bölgenin sokaklarında gezmeye ayırdık.
Spotify’da da daha fazla çalma listesi oluşturmanız dileğiyle..
Sevgiler.
Club der visionare’yi de eklemek gerekir bence. Harika bir calisma olmus ayrica tesekkurlerr
Mart sonunda berline 2. defa gideceğim daha önceki gezim çok boş geçmiş yazıları okuyunca fark ettim. Şu sıralar baya kısıtlı bi bütçeyle geziyorum o yüzden mekanların fiyatları olsa çook güzel olurdu :))))
Çok samimi ve işe yarar bir yazı olmuş..Başlığa ayrıca bayıldım. Elinize sağlık