Sevgili Nilay Kılınç tarafından yazılmış Göteborg serimizin ikinci kısmı Göteborg’da gezilecek yerler ve mekan önerilerinden oluşuyor. Ulaşım, konaklama, bütçe, şehirde gerçekleşen etkinlikler, İsveç kültürü ve Göteborg hakkında birçok ipucu içeren ilk post için şuraya göz atabilirsiniz.
Oitheblog’cular gezmeyi iyi bilirler, o yüzden eminim turunuza başlamadan bir şehir haritası edinirsiniz. Ben önereceğim noktaları bölge bölge derledim, dolayısıyla aynı alan içindeki yerleri yürüyerek ziyaret edebileceksiniz.
Göteborg’da Gezilecek Yerler: Şehir Merkezi
Tren istasyonu ve çevresi şehir merkezi olarak geçiyor. Bu bölge içinde bolca otel ve dolayısıyla turist görecek, tramvay/otobüs/bisiklet trafiğinde ezilmemek için kaldırım sörfü yapacaksınız.
*Nordstan
Bir alışveriş merkezinin her gezi rehberinde yer alıyor olmasını ve yerlilerin de “Nordstan’a gidebilirsin” diye akıl vermesini ömrümde ilk kez Göteborg’da yaşadım. Toprakları maalesef alışveriş merkezleriyle parsellenmiş bir ülkenin evlatları olarak, bizi Nordstan asla kesmez ama Avrupa’nın en büyük alışveriş merkezlerinden biri olduğu için İsveç’te bir gurur kaynağı gibi. İsveç alışveriş merkezi tercih eden bir ülke olmadığı için de onlara ilginç geliyor galiba. Eğer İsveç markalarına yönelik bir alışveriş turu düşünüyorsanız ve hava çok kötüyse düşünülebilir. Şehrin punkları trene bakan çıkış kapısında takılıyor, sosyolojik anlamda doyurucu olabilir.
*Opera Binası (Göteborgsoperan)
Lilla Bommen’de nehir kenarında bulunan Göteborgsoperan, postmodern mimarisiyle şehrin siluetine yenilikçi ve yaratıcı bir hava katıyor. İlham dolu bir akşam dileyenler için güzel bir haber, bu sene opera Shakespeare’in 400. yılını kutluyor ve İngilizce olarak Macbeth ve Hamlet’i sahneye koyuyor. Denize bu kadar yaklaşmışken, Göteborg’un siluetine bakıp “sen mi büyüksün ben mi” diye parmak sallamadan dönmeyin, bir de ruja benzeyen camekanlı bordo plazanın takma adı “ruj”, bunu her Göteborg’lu bilir KIPS.
*Göteborg Şehir Müzesi (Göteborgs Stadsmuseum)
Viking tarihi meraklılarını buraya alalım. Zira bu müzede bir Viking gemisi bile var! Aynı zamanda 18. yy’dan bu yana Göteborg tarihini öğrenebileceksiniz. Benim en sevdiğim kısım, Orta Çag’da İranlı bir gezgin diplomat tarafından yazılmış anı defterinden notlar. İşin özeti bu zaat Balkanlardayken Vikingler’i gözlemleme şansını erişmiş ve onların ne kadar ahlaksız (ya da liberal olarak da yorumlayabiliriz), hijyensiz ama aynı zamanda eşitlikçi ve demokratik olduğunu anlatıyor. Kendisi bugün yaşasaydı, tek dişi kalmış canavarın nasıl saf değiştirdiğine hayret ederdi herhalde. Müzenin etrafında dolaşırsanız Göteborg Rådhus yani adliye binasını görürsünüz.
Eğer 25 yaş altındaysanız müzeye giriş bedava. Öbür türlü 40 SEK verip bir sezon bileti alabilirsiniz. Bu biletle Göteborg Sanat Müzesi, Gothenburg Art Museum, Röhsska Müzesi, Deniz Müzesi ve Göteborg Doğal Tarih Müzesi’ne girişler bedava olacak.
*Saluhallen
İsveç’te en sevdiğim şeylerden biridir Saluhallen. Kapalı Çarşı tadında, baharatların, kahve çekirdeklerinin, her türlü peynir ve antipastinin satıldığı, gastronomik anlamda oldukça keyif veren minik restoranların olduğu yerler bunlar. Göteborg’da Kungsportsplatsen meydanında güzel bir tanesi mevcut. Özellikle İsveç’e özgü şarküteri ürünleri denemek isteyenler için ideal bir durak. Bu çarşının inşası 1850’lerde başlamış. Bu arada, Kungsportsplatsen’de bulunan ve IX. Karl’i at üstünde tasvir eden Kopparmärra heykeli, “Burger King önünde buluşalım”ın Göteborg versiyonudur (Tinder date yapacaklardan bu bilgiyi esirgemeyelim).
*Domkyrkan
Göteborg’un en eski kilisesi olan Domkyrkan, Kral Gustav II. Adolf’un şehri 1621’de kurmasından hemen sonra inşa ediliyor. Klasik mimariyle inşa edilmiş bu kilise, daha ziyade bir saat kulesi görünümünde. Lucia zamanı ve Noel öncesi koro etkinlikleri oluyor, değişik bir deneyim olabilir. Kilisenin etrafında dolaştığınızda güzel cafeler ve dükkanlar göreceksiniz!
*Kungsparken
Belki biraz koşmak istiyorsunuz, ya da yürümek… Hava güzeldir, Saluhallen’den taze ekmek peynir almışsınızdır, keyif yapmak istiyorsunuzdur. Olabilir yani, illa ki bir restorana gitmeniz şart değil. Hatta gitmeyin, Kungsparken’a gelin ve kanala bakarak, çimlerin üstüne serilin ve piknik yapın. Hava iyi değilse, merkezden bir sonraki gezi bölgenize bu parkın içinden yürüyerek geçin, geçmişken bir iki ağaç kucaklayın. Yazları bu park dolup taşıyor, sosyal kelebek olmak için en ideal ortam.
Anlamı “balık kilisesi” olan bu yer aslında bir balık hali. Ahşap ya da taştan gotik Norveç kiliselerine benzeyen mimarisi dolayısıyla kilise olarak adlandırılmış. 1874’te inşa edilmiş bu kapalı balık halinin içinde iki tane harika restoran var. Hem yapıyı ziyaret edin hem de İskandinav mutfağının en iyi örneklerini deneyin derim. Take away şeklinde alabileceğiniz seçenekler de mevcut. İsveç’e gelip salamura edilmiş ringa balığı tatmadan dönmek olmaz!
*En havali cadde: Magasinsgatan
Şehir merkezinin tartışmasız dolaşması en zevkli yeri Magasinsgatan ve paralel sokakları olan Västra Hamngatan ve Vallgatan. Bu sokaklarda büyüklü küçüklü birçok mağaza göreceksiniz. Mesela vintage kıyafetler bakmak istiyorsanız, şehrin en iyi vintage dükkanları olan Miss Ragtime (Magasinsgatan 15), ve Pop Boutique’e (Magasinsgatan 22) bakabilirsiniz. Vallgatan üzerinde Levis’in eski stilisti Maria Erixon’un tasarımlarını satan meşhur İsveç markası Nudie Jeans var (Vallgatan 15). Vallgatan’in sonuna kadar yürürseniz, Östra Hamngatan üzerinde de İsveç dizaynı kıyafetler satan kült marka NK’yi bulabilirsiniz (Östra Hamngatan, 42). Concept store meraklısıysanız, Grandpa’ya göz atmanızı öneririm (Vallagatan, 3). Hem İskandinav modası, hem uluslararası markalar var, vintage’in ehli bir dükkan.
Şehrin hip tayfasına, “nerelerde takılıyorsunuz aşkısı?” diye sorarsanız size “Liebling, Liebling, Liebling!” diye haykıracaklar. Hem bar hem restoran, dolayısıyla cumaları DJ setlerine de denk gelebilirsiniz. Sabah kahvaltıları ve kahvesi bayağı başarılı. Ayrıca peynir, anti-pasti tabağı ve şarap için uygun yerlerden biri. İçki fiyatları da çok uygun, özellikle kokteyl sevenler yaşadı!
Benim gibi etçil değilseniz, size iyi bir fikrim var. Vallgatan 12 çok değişik bir restoran, aslında kendisi bir concept store. Hem iç dizayna yönelik ürünler, kıyafet ve çiçek satıyor, hem de harika bir yemek menüsü var. Moda ve sanat seven bir foodie iseniz, siz zaten Vallgatan’a gelmekle yükümlüsünüz! İyi ki tanıştık, yoksa kim bilir nerelerde elinizde Iphone bitap düşecektiniz. Burada bol bol Instagram paylaşımı yaparsınız, arayı kapatırsınız. Çok iyi kahve ve craft biralarının olduğunu da hemen belirtelim.
Şimdi bu parça, kahve için yaşayanlara gelsin. Kahve molası vermek istiyorsanız, tam yerindesiniz! Da Matteo (Magasinsgatan 24), hem üçüncü dalga kahveciliğin bayrak taşıyanı hem de ortamı ve kalitesiyle şehrin en iyi kafelerinden biri. Chemex mi istiyorsunuz, V60 mı hepsi var. Kahve çekirdekleri için mutlaka danışın, baristaları çok bilgili. Hatta bir paket kahveyi kendinize hediye olarak almayı unutmayın, verdiğiniz en iyi karar olabilir. Da Matteo’nun arkasındaki Artilleriet Interiors (Magasinsgatan 19) iç dizayn mağazasına ve karşı çaprazındaki Acne Studios (Magasinsgatan 19) mağazasına bakmadan gitmeyin!
Üçüncü dalga iyi de biz klasikçiyiz, iyi bir espresso ya da americano içsem yeter diyen, hayatta küçük şeylerle mutlu olan, nel drip’ten, chemex’ten nasibini almış minimalistler için Bar Centro (Kyrkogatan 31) biçilmiş kaftan. Üçüncü dalga yokken burası vardı, şehrin en iyi kahvecilerinden!
Bazen Bar Centro çok dolu oluyor. Hava da kötüyse elinizde kahve sıçana dönmenizin alemi yok. O yüzden bu civarda bulunan Kale’i Kaffebar’a (Kyrkogatan 13) koşabilirsiniz. Yerlilerce pek sevilen bir kafe burası. Sağlıklı atıştırmalıkları var, vegan sandviçlerden, raw tatlılara kadar birçok alternatif mevcut. Kahveleri de enfes!
Canınız bir pubda oturmak istiyorsa, bu bölgede şehrin yerlilerince en sevilen pubı olan Ölhallen 7:an’a (Kungstorget 7) gidebilirsiniz. Turist görmeyeceğiniz, banka ekstresi gelince içtiğiniz biralardan pişmanlık duymayacağınız, mütevazı ve sıcak bir yer burası.
Bu bölgede gecelere akmak istiyor olabilirsiniz, hakkınızdır, Göteborg’lular nasıl eğleniyor, gidip birlikte eğlenerek görmek lazım. Sizi hemen Sticky Fingers’a (Kaserntorget 7) aktarıyorum. Perşembeleri 20:00-02:00 arası, cumaları 21:00-03:00 ve cumartesileri 21:00-04:00 arası açık. İsveç’in genelinde sabah 4’e kadar açık yer bulmak öyle surreal bir şey ki, sırf bu yüzden bile bu bara gidilir. Gitmeden önce etkinlik takvimine göz atabilirsiniz, eminim iyi bir canlı müzik ya da DJ setine denk gelirsiniz. Bizden geçti artık diyenler yemek ve demlenmek için erkenden gidebilirler.
Pazartesi, Salı ya da Çarşamba çıkmak isteyenleri asla unutamazdım. Her ne kadar İsveçliler bugünlerde gecelere akmıyor olsalar da, siz turist olduğunuz için böyle kodlara uymanıza gerek yok. Sevdiğim bir bar ve jazz kulübü olan Nefertiti’ye (Hvitfeldtsplatsen 6) gidebilirsiniz. Etkinlik fiyatları 40-250 SEK arası değişiyor fakat iç dizayni, atmosferi ve kaliteli etkinlikleri için kesinlikle değer.
Göteborg’da Gezilecek Yerler: Lorensberg Bölgesi
Bu bölge benim dolaşmayı çok sevmediğim bir yer çünkü yeni dönemde inşa edilmiş çok büyük yapılar var. Göteborg’un sanat, spor, kültür, eğlence bölgesi diyebiliriz. On binlerce kişilik konser ve spor kompleksi Scandinavium, devasa büyüklükteki sergi ve konferans salonu Svenska Mässan, futbol stadyumu olan Ullevi, dünya kültürleri odaklı sanat müzesi Världkulturmuseet ve birazdan okuyacağınız diğer yerler de burada. Dolayısıyla etrafta genelde öğrenci, iş adamı, sporcu ve turist güruhları görüyorsunuz. Ama bu muazzam binaları geride bıraktığınızda, şehrin en popüler caddesi Avenyn’de buluyorsunuz kendinizi. Hemen yakınında da Göteborg Üniversitesi’nin tarihi binalarıyla karşılaşıyorsunuz. Bu bölgede geçireceğiniz gün kültür-sanat anlamında doyurucu olacak, ama yürüme mesafeleri şehir merkezine nazaran daha yorucu o yüzden rahat ayakkabılar giyin derim.
*Liseberg
Nordstan’dan sonra akıl erdiremediğim bir diğer yer de Liseberg Lunaparkı. Her Göteborglu’nun bayıldığı, hatta İsveçliler’in sırf burada vakit geçirmek için saatlerce yol katettiği bu park yeşillik bir alan içinde, restoran, pub ve sokak yemekleri stantlarının da olduğu bir yer. Hak veriyorum, Noel zamanı ışıklandırmalarla harika gözüküyor ama lunapark nihayetinde, dudak uçuklatan bir tarafı yok. Japon lunaparklarındaki gibi alengirli oyuncaklar da yok yani, normal sade lunapark. Üstelik pahalı da! Kahve molası için Trebello, bira için Tyrolens Terrass ideal. Korku temalı Gasten Ghost Bar’ın tatlıları çok iyi. Giriş ücretleri sürekli değişiyor o yüzden websitesinden kontrol etmeniz gerekecek.
*Gothia Towers
Gothia aslında bir otel ve kongre salonu. Fakat onu bu kadar popüler kılan şey, rooftop’ından görülen manzara. Mesela Liseberg’i uzaktan sevmek istiyorsanız, Gothia’nin en üst katına gelebilirsiniz. Akşam saatlerini tercih edin, böylece lunaparkın ışıklandırılmış haline denk gelirsiniz. Gothia’dayken insan sanki çok büyük bir şehirdeymiş hissine kapılıyor, çok yüksek bir binanın tepesinden şehirdeki yegane büyük binalara bakıyor, ışıklandırmayla coşan lunaparkı izliyorsunuz. Gothia Tower’da yapmanız gereken tek bir şey var, en üst katta bulunan Heaven 23 adlı bar/restoran’a gidip King Size yemek. King Size nedir, üstü tepeleme karides doldurulmuş çok büyük bir açık sandviç. Fikir Amerika’dan ithal ama bu açik karides sandviçi İsveç’te kesinlikle yemeniz gereken bir yemek. Çok mu mattah bir şey hayır, ama garsona “sen karidesi bi güveç yap canım, o ekmeği de işitiver, banarak yiyeceğiz” diyemeyiz, aslında çok kassak deriz de, güveç filan İsveçliyi aşar.
*Universeum
Bilim ve doğa meraklıları için bir hazine niteliğindeki bu devasa bina, İskandinavya’nın en büyük bilim merkezi. Liseberg’e gitmek yerine Universeum’a gelip, dünyanın en büyük akvaryumlarından birini görebilirsiniz. 1.4 milyon litrelik akvaryumu tünel şeklinde yapmışlar, dolayısıyla yürürken ayaklarınızın altından bir köpekbalığı geçebilir. Amusement park ise, olay budur, atlı-karıncada neye amuse, kime amuse? Ben Jaws sevmiyorum diyenler, yağmur ormanları kısmına gidebilirler, burada 600 çesit canlı türü var. Gerçekten muazzam bir ortam. Bunun dışında uzay ve teknoloji kısmı ve 150 farklı zehirli türün bulunduğu yılan bölümü var. 175 SEK’e dunyanızı değiştirin derim. İki bira bir sosisli parası.
*Göteborg Sanat Müzesi (Göteborgs Konstmuseum)
Van Gogh, Monet ve Picasso eserlerini d’Orsay ve Rijk’teki gibi insan seline maruz kalmadan görmek istiyorsanız, rahatlayın çünkü bu müzede selfie stick ile 600 yıllık eserlerin önünde şaklabanlık yapan okul grupları yok. Genelde rahatsız etmeyen bir kalabalık oluyor, dolayısıyla sakince gezebilirsiniz. Özellikle İskandinav sanatçılarının sergilendiği bir bölüm de var. Gustaf Cederström’un King Karl XII’s Likfärd eserinin önüne minik bir sandalye çekip, detaylarına dalın gidin derim. Müzenin önündeki Götaplatsen Meydanı’nın ortasındaki devasa Poseidon heykeli muazzam, ayıp yerlerinin de muazzam olması sebebiyle vaktinde bayağı bir mevzu olmuş. Sanata doymadıysanız, müze yakınında Hasselblad Centre var. Uluslararası ve İsveçli fotoğrafçıların eserlerini bulabileceğiniz bu merkezde çok iyi sergiler ve etkinlikler oluyor! Ayrıca, sanat müzesinin hemen yakınında şehrin konser salonu olan Göteborgs Konserthus ve şehir tiyatrosu olan Göteborgs Stadsteater var.
Göteborg’da sık sık gittiğim bir sanat, tasarım ve moda müzesi burası. Sergilerin dışında, hafta sonları düzenlenen sosyal etkinlikleri de var. Tasarım ülkesi İsveç’teyken, tasarımın 1800’lerden itibaren nasıl geliştiğini görmeden dönmek olmaz. 25 yaş altındaysanız giriş bedava, üstüyseniz 40 SEK’lik müze biletini alanlara da giriş bedava. Burada küçük bir kahve molası da verebilirsiniz zira kafesine hayranım. Çorbaları, sandviçleri çok lezzetli ve tamamen ekolojik ürünlerle hazırlanıyor. Kahve ve tatlıları oldukça başarılı ve hesaplı.
*En havali cadde: Kungsportsavenyen
Göteborg’un Nişantaşı’sı ya da Bağdat Caddesi diyebileceğimiz bu caddenin herkesçe kullanılan adı Avenyn. Bu cadde gündüzleri genelde profesyonellerin ve turistlerin takıldığı bir yer. Hard Rock Cafe gibi her turistin uğradığı yerler burada yer alıyor. Ben aslında Avenyn’de fazla vakit geçirmeyi tercih etmedim, sadece müze ve galeri turlarım için uğradım. Cuma ve Cumartesi geceleri bu cadde çok garip bir hal alıyor, kusanlar mı dersiniz, üst sınıf olmaya çalışan kulüplerin kapılarında yarı çıplak sıra bekleyenler mi, her çesit yerli ve yabancı insan görmek mümkün. Burada üç tane güzel sanat galerisi var, Galleri Aveny (Teatergatan 16), Galleri Kim Anstensen (Götabergsgatan 18) ve Galleri Thomassen (Götabergsgatan 26).
Bu civarda birçok bar, cafe ve pub göreceksiniz. Eğer iyi bir ziyafet düşünüyorsanız, şehrin en iyi restoranlarından olan 28 Plus’ı öneririm. Evet pahalı, fakat yemeklerin ve şaraplarının kalitesi çok iyi. Buraya giderken casual smart giyinmekte fayda var. Michelin yıldızlı 28 Plus, fusion bir İsveç mutfağı sunuyor. Rezervasyon yaptırmanız gerekecek, bittabi!
Daha ucuz bir alternatif, haftanın 7 günü, 24 saat açık olan Cafe Tintin. İsveç’te 24 saat açık olan yegane kafelerden bir tanesi. Çizgi romandan esinlenerek dekore edilmiş iç mekanı oldukça rahatlatıcı. Bütün gün gezdikten sonra kahve molası vermek için ideal bir yer. Ya da uzun bir gece sonrasında akşamdan kalmalığınızı bir nebze azaltacak bir durak olabilir. Kahvaltıları da gayet iyi.
Kahve seven veganları da es geçmiyorum ve sağlıklı yiyecek çesitleri bulabileceğiniz Cafe Berlin’i öneriyorum. Minik ve sevimli bir yer. Hem sağlıklı, hem hesaplı. Oh ne iyi dedirten cinsten.
Ama yine de buranın en iyi kafesi Viktors Kaffe (Geijersgatan 7). Kahvaltı büfesi, çorbaları, sıcak ve soğuk sandviçleri, klasik İsveç tatlıları var. Porsiyonlar doyurucu. Kahveleri şahane. Espresso severlere özellikle duyurulur. Tipik bir İskandinav kafesi, beyaz, minimal, sanatsever.
Akşam bastırıyor, siz geceye hazırsınız, fakat Avenyn’de nereye gitseniz kestiremiyorsunuz. Bu bölgede adresiniz net, Yaki Da! Çarşamba günleri 23:00-03:00, Cuma günleri 22:00-04:00, Cumartesi günleri 22:00-04:00 arası hizmet veriyorlar. Yaki Da’da çok iyi konser etkinlikleri oluyor, özellikle yerli grupları dinlemek açısından iyi bir seçim olabilir. Kulüp kısmı dans pisti sevenlerin yüzünü güldürecek cinsten, hele de rave gecelerinden birine denk gelirseniz sabaha kadar densss!
Göteborg’da Gezilecek Yerler: Haga-Masthugget Bölgesi
Şehrin herkesçe sevilen bölgeleri buralar. Üniversite öğrencileri de görüyorsunuz, yaşlılar da, genç profesyonel çiftler bebekleriyle dolaşıyor, turist grupları fotoğraf çeke çeke yürüyorlar, kısacası her yaş grubundan yerli ve yabancı burada fink atıyor. Burada daha ziyade alışveriş, kafeler ve sosyal ortamları için bulunacaksınız. Yürümesi ve kaybolması zevkli yerler. Tek bir “havalı” sokağı yok, o yüzden tarihi ve turistik yerleri anlattıktan sonra üç adet yer tanıtacağım. Yani diyeceğim, burada her yer havalı!
Şehrin göbeğinde, hem de en hip bölgelerinden birinde tarihi dokuyu hissetmenizi sağlayacak bu kale. Tepeye ulaşmak için biraz merdiven tırmanacaksınız ama kaleye vardığınızda, 360 derecelik bir Göteborg manzarası sizi bekliyor olacak. Kale 1700’lerde olası bir Danimarka saldırısına karşı şehri korumak için inşa edilmiş. Bugünse konferanslar ve özel partiler için kullanılıyor. Pazar günleri harika bir brunch’ları var. Manzara eşliğinde tipik bir İsveç brunch’ı deneyimlemek istiyorsanız paraya biraz kıyıp buraya gelin (oldukça doyurucu bir menü için 219 SEK). Brunch 13:00’te başlıyor. Merdivenleri inip çıkarak yediklerinizi yakmış olursunuz hem.
*Slottskogen
Orman çok güzel, gelsenize! Göteborg’da vakit geçirmeyi en çok sevdiğim yerlerden biri bu devasa park/orman. İsveç’teki bütün parklar gibi burası da kurulduğu tarih 1874’ten beri halka açık. İçinde Göteborg Doğa Tarihi Müzesi’ni de barındırıyor. Onun dışında, İsveç’e gelip elk ve geyik görmeden gitmem diyenlerdenseniz hayvanat bahçesi kısmına yönelebilirsiniz. Ben penguenleri izlemeyi seviyorum. Bir şehir efsanesi de var, sarhoş bir genç parktan penguen kaçırmış, küvetinde tutmaya çalışmış ve sabah, ne olduğundan bir haber kan revan içinde uyanmış. Palavra olduğu bir gerçek ama parkın mevzu bahsi geçtiğinde her Göteborg’ludan duyduğum bir hikaye. Ayrıca belirteyim, açık havada kutlanabilecek tüm özel günler ve Way Out West de bu park içinde gerçekleşiyor.
*Haga Nygata
Her şehrin belirli bir yeri vardır, herkesin sevdiği ve haftada bir kez olsun gittiği. Göteborg’un en sempatik yeri de Haga. Burası 1700’lerin başında kraliçe Kristina’nın emriyle Göteborg’un ilk banliyösü olarak kuruluyor. O dönem buralar hep tarlaydı, benim dedemin arazileri vardı. Ama şimdi Haga, şehrin göbeğinde bir alışveriş ve fika cenneti. Fika da ne derseniz, kendisi kahve molası anlamına gelen, İsveç’in en önemli sosyal normlarından biri. Kahve içerken ve bir tatlı ya da sandviç yerken sevdiklerinizle buluştuğunuz ya da sevdiceğinizle ilk muhallebi yemeye gittiğiniz eylem. Haga’da 1870-1940 arası inşa edilmiş ahşap evler var, ve her biri birbirinden şirin! Dolayısıyla burada insan çok pozitif hissediyor, etrafınızda birbirinden güzel kafeler, el emeği göz nuru yapılmış yiyecekler ve kıyafetler satan butik dükkanlar, tasarım ürünleri ve ikinci elciler görüyorsunuz. Hafta sonları çok yoğun oluyor, hem yerliler hem turistler dolaşıyor sokağa. O yüzden bir yerine birkaç tane kafe önereceğim, yoğunlukta alternatifiniz olur.
Cafe Husaren (Haga Nygata 28), bu sokağın en bilinen kafesi, sebebi de uluslarası ölçekte nam salmış dev kanelbullesi. Kanelbulle İsveç’te kesinlikle tatmanız gereken, tarçınlı bir çörek çeşidi. Bu kafe battal boylarını yapıyor, dolayısıyla yakın arkadaşlarınızla giderseniz, “biz kanelbullemizi bölüp de yedik” şeklinde çok yoldaş bir anı edinebilirsiniz. Kahveleri İtalyan, sandviç ekmekleri tap taze bu kafe en keyifli molalarınızdan biri olacak.
İkinci alternatif bence şehrin en iyi kafelerinden biri olan Cafe Kringlan (Haga Nygata 13). Bu sevimli ahşap binanın içinde ev yapımı marmeladlar, peynirler, ekmek çeşitleri var. Harika bir açık büfeleri var, hem sağlıklı hem de taze yemekler sunuyorlar. Kahveleri enfes, değişik çay çeşitleri de mevcut. Buraya geldiğinizde semla yiyin, yine İsveç’te çok popüler bir tatlıdır kendisi, hafif bir hamur üzerine krema ve pudra şekeriyle servis ediliyor. Yanında da bir cafe latte iyi gider. Şansınıza hava da güzelse, kafenin önündeki açık alanda oturup, yoldan geçenleri izleyerek harika bir fika yapabilirsiniz.
Haga Nygata’daki tüm kafeler gidilesi olmakla birlikte, benim favorim olan Le Petit Cafe’yi (Haga Nygata 2) tanıtmak istiyorum. Çok iyi bir kahvaltı ve öğlenleri açık büfesi var. Tatlıları muhteşem ve taze. Kahvelerinin de tatlılardan aşağı kalır yanı yok. Dekoruna bayıldığım, sakinliği ve ev hissiyati veren atmosferiyle uzun uzun oturmak isteyeceğiniz türden bir yer. Havaların güzel olduğu günler, dışarıda oturup yoldan geçenleri izlemekten keyiflisi yok. Wifi olmadığı için, laptoplu asosyeller de görmüyorsunuz. Yani havalı bir yer, ama yeni nesil havalı bir yer değil. Kitabınızı kapıp, gidin. İşletmesi Yunanlı olmasına rağmen kahvaltıda “Türk” yoğurdu veriyor olmaları da enteresan.
*Linnégatan
İsmini İsveç’in ve aslında dünyanın en önemli botanikçilerinden biri olan Carl von Linne’den alan bu cadde, Avenyn’den sonraki en sosyetik cadde olarak adlandırılabilir. Fakat Avenyn’e nazaran daha fazla alt-kültürlere hitap ediyor ve dolayısıyla da burnu kalkık bir yer değil. Burada tarihi dokuyu görmek de mümkün, kiliseler, tepelere çıkan merdivenler, eski binalar… Mesela İsveç Tarih Müzesi’ne gidebilirsiniz. Burada Viking–Orta Çag’dan başlayarak ülkenin tarihi ve sanatı sergileniyor. Cadde inşası nedeniyle Amerikanvari bir bulvarı andırıyor ve İsveç’te böyle bir oluşumu görmek oldukça nadir. Bu cadde üstünde yürüyüş yapmak oldukça keyifli, illa ki bir kafede oturmanız şart değil. Ama buralardayken bir kahve ya da yemek molası vermek isterseniz, sizi kırmam tabii.
Bence bu cadde üstünde kesinlikle gidilmesi gereken yer Hagabion Kino (Linnegatan 21). Hala faaliyet gösteren eski bir sinemanin altında bulunan bu kafe ve bar, birbirinden lezzetli vejetaryen yemekleri, craft biraları ve ekolojik şaraplarıyla gönlünüzde taht kuracak. Lokal bir micro brewery olan Stigbergets Bryggeri’nin biralarını deneyebilirsiniz. Üst kata çıkıp sakin sakin kahvenizi içip, günlük yaptıkları tatlılarını mideye indirirken, sinema programına bakabilirsiniz. Belki uslu bir çocuk olursanız anlayacağınız dilde bir filme bile denk gelebilirsiniz. Yazları bahçesinde oturmak çok keyifli, tabii eğer yer bulabilirseniz! Kimi akşamlar DJ setleri oluyor ve şehrin sanat ve edebiyat ünlüleri buraya akın ediyor. Kafenin tek dezavantajı 17:00’de açılıyor olması, dolayısıyla erkenciyseniz başka bir yerlerde oturmanız gerekecek.
Paniğe mahal vermeden, hemen başka bir yer tanıtıyorum. Kafferosten (Linnegatan 62) minik bir yer ama kahvaltı ve kahve menüsü minik değil! Eğer croissant seviyorsanız, Kafferosten’e bayılacaksınız zira croissantları taze fırından çıkarıyorlar, insan kaç tane sipariş verse bilemiyor. Pazar kahvaltıları ün salmış bu kafenin fiyatları da oldukça hesaplı. Duvarlarında çok değişik tablolar oluyor, dolayısıyla şehrin sanatseverlerinin uğrak noktası.
Kafe olsun ama içki de içebilelim diyorsanız, şehrin en hip kafelerinden biri olan The Kitchen (Skanstorget 1) beklentilerinizi karşılayacak. Vegan besleniyorsaniz, glütenden uzak durmaya çalışıyorsanız The Kitchen uğrak yeriniz haline gelebilir. Kocaman bagel’larından taşan malzemeleriyle, waffle günleriyle, sıcak sandviçleri ve zengin kahvaltı büfesiyle, karnınızı doyuracağınız kesin. Ayrıca çok değişik craft biraları var. Klasik İsveç tatlılarının vegan versiyonlarını deneyebilirsiniz.
*Järntorget
Göteborg’un Kadıköy’ü ya da İstiklal Caddesi olarak adlandırabileceğimiz Järntorget’in manası Demir Meydanı. Bunun da sebebi, vaktinde buradaki limandan demirlerin tartılıp dış ülkelere gönderilmesiymiş. Burası tarihi olarak solcu ve işçi sınıfı bir yer fakat günümüzde alternatif gençliğin takıldığı, barların, pubların, müzik dükkanlarının, ikinci elcilerin, küçük sanat galerilerinin, hatta sex shopların ve bir striptiz kulübünün bile bulunduğu renkli bir semt. Hal böyleyken Järntorget civarinda geceler uzun! İkinci el alışveriş yapmak için, gece çıkmak için ya da kahve molası vermek için en ideal semt, özellikle de şehrin ruhunu yakından tanımak istiyorsanız.
Järntorget’e geldiyseniz buranın en havalı sokağı olan Andra Långgatan’i en az bir kaç kere baştan sona yürüyeceğiniz kesin. Bu sokakta bulunan bazı hoş yerleri birazdan tanıtacağım. Eğer ikinci el dükkanlarını ve şehrin en büyük bit pazarını gezmek istiyorsanız, hemen paralel sokak olan Första Långgatan’a gidin. Burada Kommersen Loppmarknad isimli bit pazarını, graffitilerle kaplanmış eski bir antreponun içinde bulacaksınız. Kıyafetten mücevherlere, fotoğraf makinalarından, VHSlere kadar aklınıza gelebilecek her şeyi bulmanız mümkün. Belki çok ilginç bir şey denk gelebilir ve sizin için harika bir anı parçası ya da yakın biri için orijinal bir hediye olabilir.
Kahve molanız için, Cafe Santo Domingo/Dirty Records’a (Andra Långgatan 4A) gitmenizi tavsiye ediyorum. Burası aynı zamanda bir plakçı. Plak bakabilir, güzel bir kahve ya da çay eşliğinde fika yapabilirsiniz. Buradaki tatlılar hem hesaplı hem de glütensiz, laktozsuz ya da vegan seçenekler mevcut. Özellikle Chai Latte sevenler buraya gelsin, pek ekolojik, pek aromatik bir fincan sizi bekliyor olacak. Çalan müzikleri, dekorasyonu, canlı kakao bitkileri, yüzlerce plağı ve posterleriyle şehrin en özgün kafesi burası.
Doyurucu bir yemek yemek ve demlenmek istiyorsanız, havasından geçilmeyen Publik’e (Andra Långgatan 20) gidebilirsiniz. Yemekleri çok lezzetli, içki menüsü geniş, ortamı sıcak. Bazı akşamlar çok yoğun olabiliyor ama şehir genelde tenhayken kalabalık görmek de hoş oluyor doğrusu. Loş ışıkları ve minimal dekoruyla, bar muhabbeti için en ideal yer.
Ucuzcular sizi de unutmadım! Zaten bu gezide helak oldunuz, cok para harcadınız bari yemeyi içmeyi ucuza getirelim, değil mi? Kelly’s Bar’a (Andra Långgatan 28) gidin, pizzaları harika ve ucuz, vejetaryen ve vegan seçenekler de var. İçkiler ucuz, hatta şehrin en hesaplı pubı bile olabilir. Genelde şehrin rock severleri burada takılıyor.
Şimdi de sizi şehrin en sevdiğim pubına götürmek isterim, Järntorgets Brygghus! (Järntorget 4) Kaç çesit biraları var bilmiyorum ama her gittiğimde yenileri ekleniyor listeye. Ortamı gayet güzel, yemek yemek isterseniz o da var, büyük beklentilere girmediğiniz sürece karın doyurmak için uygun. Uzun akşam oturmaları için ideal, çalışanlar sempatik ve yardımsever. Bazen kapıdaki görevliler garip davranabiliyorlar diye duydum, bana denk gelmedi fakat siz pasaportunuzu yanınızda bulundurun. Kalabalık bir grupsanız, sizin için bu civardaki en uygun pub burası olacaktır.
Son olarak, bu bölgede gidilecek en iyi kulüp Pustervik (Järntorgsgatan 12). Hem konser etkinlikleri, hem DJ setleri oluyor. Gündüzleri kafe olan Pustervik’in harika bir çorba barı var. Geceleri ise, iki katlı büyük alanında farklı müzik odaları sevdiğiniz türlere göre sizi dans ettirmek için hazır. Ama dilerseniz lounge gibi rahatça oturup muhabbet edebileceğiniz alanları da mevcut. Gitmeden etkinlik takvimine bakmayı ihmal etmeyin.
Göteborg’da Gezilecek Yerler: Majorna Bölgesi
Majorna’da tek bir sokak tanıtmak mümkün değil çünkü gidebileceğiniz iyi yerler tek bir sokak üstünde bulunmuyor. Zaten Majornayi güzel kılan da bu. Dar bir sokakta harika bir kafe belirebiliyor, yanlış bir sokağa daldığınızda minik bir galeriyle karşılaşabiliyorsunuz, eski evlere bakarken bir antikacıya denk gelebiliyorsunuz. Minik parkların, ahşap evlerin bulunduğu, sakin bir yer burası. Sanatçılar genelde burada oturuyorlar ve takılıyorlar. Göteborg’un Cihangir’i diyebiliriz. Ama şu anki Cihangir’i değil, her şeyin daha sakin, daha mütevazı olduğu Cihangir’i.
*Denizcilik Müzesi ve Akvaryum (Sjöfartsmuseet Akvariet)
İsveç’te gemicilik ve Göteborg’un denizcilik tarihi gibi konuları öğrenmek istiyorsanız bu müzeye bir göz atın derim. Malum deniz Göteborg için çok önemli ve çok sağlam bir denizcilik kültürü hakim. Aynı zamanda denizcilikle ilgili sanat etkinlikleri de oluyor. Akvaryum kısmı da oldukça ilginç. Havuz kısmında canlılara dokunabiliyorsunuz. Kuzey denizleri kısmında Nordik türler, tropik sular kısmında ise rengarenk mercanlar, zehirli su altı canlıları var. Eğer kaptan olmak nasıl bir duygu bilmek istiyorsanız bir gemi simülatörü de var ki insanı bayağı havaya sokuyor!
Tepeden kiremit rengi taşlarıyla dikkatinizi çekmeyi başaracak bu kilise için merdiven tırmanmaktan çekinmeyin çünkü harika bir Göteborg manzarasıyla karşılaşacaksınız. Deniz, tepeler, köprü ve şehrin öteki tarafı göz hizanızda belirecek. Büyük kayaların üstünde oturan ve içen gençleri görünce güzel bir melankoli duygusu beliriyor, belki defterinize gezinizle ilgili birkaç not alma hissi gelir. Kilise tam bir Nordik klasiği, dolayısıyla içine de girmenizi tavsiye ederim.
Dışarıdan bakıldığında, deniz kenarında tam köprünün altında graffitilerle kaplı garip bir bina gibi duruyor ama aslında o bir sanat evi! Şehrin en hip mekanlarından biri, harika sanat aktiviteleri ve sergileri oluyor. Ayrıca restoranı da enfes, belki bir şeyler içip, sanat turunuzu öyle sonlandırırsınız.
*Klippans Kulturreservat
Röda Sten için hazır buraya kadar gelmişken, Göteborg’un kurucu yerleşkesi Klippan etrafında da dolaşabilirsiniz. Varlıklı İskoç ailelerin ve İrlandalı misyonerlerin Göteborg’a yerleşmesiyle beraber 1857’de kurulan St. Birgittas Şapeli‘ni gezebilir, 1653’te inşa edilmiş Älvsborg Kalesi‘ne çıkabilirsiniz. Ayrıca burada İskoçlu tüccarın kurduğu port bira fabrikasi D. Carnegie & Co. ve şeker fabrikası var. Gezinizi İsveç’in en iyi restoranlarından biri olan Sjömagasinet’te iyi bir yemekle sonlandırabilirsiniz. Bu restoran deniz mahsulleri odaklı ve Michelin yıldızlı. Vaktinde Bruce Springsteen ve Rolling Stones gibi devleri ağırlamış olması da cabası! Deniz manzarasına karşı, “c’est la vie!” dedirtecek türden bir deneyim olacak. Bu fiyatlar bizi aşar, ne haddimize derseniz Klippans Konstcafe’de kahve içebilir ya da yemek yiyebilirsiniz. Özellikle hafta sonları çok canlı oluyor.
Yeme-içme ve gece eğlencesi önerilerine geçmeden önce, yerli sanatçıları ve tasarımcıları destekleyen, çalışmalarını sergileyen ve satan, gezmesi pek keyifli bir butikten bahsedeceğim. Pop In (Slottsskogsgatan 52), mimari, tekstil ve şehir planlama tasarımı üzerine kurulmuş bir dükkan. Göteborg’dan anı hatırası olarak magnet ve kupa almak yerine buraya uğrayıp bir tote bag ya da poster alabilirsiniz.
Majorna’da zaman yavaş işliyor, o yüzden kafelerde uzunca keyif yapmak isteyebilirsiniz. Benim severek gittiğim kafelerin başında Biscotti (Allmänna Vägen 34) geliyor. Kahvaltısı, tatlıları ve kahveleri meşhur ama ben el yapımı makarnalarına bayılıyorum. Genelde civarda oturanlar, genç ve çocuklu çiftler ziyaret ediyor. Aile yeri yani.
Majorna’daki bir diğer sevimli ve meşhur yer de Kafe Kultur (Bangatan 6). Tam bir mahalle kafesi! Açık sandviçleri ve bagel’ları oldukça doyurucu. Vejetaryen seçenekler de düşünülmüş. Müdavimleri şehrin en iyi kahvesinin burada içildiğini iddia ediyorlar. Klasik bir İsveç kahvaltısı istiyorsanız burada yiyebilirsiniz. Adından da anlayabileceğiniz üzere kültür etkinlikleri oluyor. Çoğu İsveççe bilmeyi gerektirse de denk gelirseniz kalın derim.
Biz Türkler deniz manzarası meraklısıyız, bir rooftop varsa çıkmamız, şehre tepeden bakmamız lazım. Bunu yapamadığımız şehirleri anında küçümseyerek, “Bi’ Boğaz değil yani”yi yapıştırırız. Mesela Berlin’i her ne kadar sevsem de, sosyal çevremden bayıldığım birçok insan orada yaşasa da, sırf bu tepeden bakamadığım deniz manzarası mevzusu yüzünden taşınmayı düşünmediğim bir yerdir. Konuyu nereye bağlayacağım, Majorna’daki Henriksberg’e (Stigbergsliden 7). Bu bar ve restoranın en üst katına çıktığınızda, harika bir deniz manzarası sizi bekliyor olacak. Hava iyiyse açık terasında, kötüyse kapalı terasında şehir ışıklarına ve denize karşı içkinizi yudumlayabilirsiniz. Gerçekten çok keyif veren bir teras bar burası. Yemeklerini hiç denemedim fakat, deneyenler burgerleri ve pizzaları iyi diyor. Ben içkilerine ve ortamına kefil olurum, gerisine karışmam. Bazı akşamlar konserler ya da kültür sanat etkinlikleri de oluyor, sitelerinden bakabilirsiniz.
haziran-temmuz arası İsveç’te olacağım, Göteborg için tek gün ayırmıştım. Müze vs değil de aylak aylak gezerim diye düşünüyordum. Fakat harika bir şehir rehberi ile karşılaştım. Galiba tek gün yetmeyecek ? keşfedilecek çok yer varmış ? Teşekkürler Nilay, teşekkürler Oitheblog!