İşte yılın o zamanı geldi. Yıllık izniniz birikmiş, tatile çıkma niyetiniz var, yanınıza heveslisinden bir yol arkadaşı da buldunuz ve tüm koşullar olması gerektiği gibi. Evet biraz dinlenmek niyetindesiniz, ancak maceraperest yanınız da sizi en azından bir başka ülkeyi tanımaya zorlayıp duruyor. Nereye gideceksiniz? Belki Paris, belki Londra ya da bir çılgınlık yapıp Bangkok… Seçenekleriniz arasında İzlanda lafı geçiyor mu? Sanmıyoruz. Ancak bu İzlanda’nın son dönemlerde okulun en popüler kızı tadında bir üne sahip olduğu gerçeğini de değiştirmiyor.
Eminiz özellikle Türkiye’de yaşayan biri olarak bu aralar karşınıza sürekli çıkan bu “ütopik” ülkeye karşı biraz olsun merak duymaya başlamışsınızdır. Zaten mesai arasında çaktırmadan girdiğiniz sitenin “İşte En Yaşanılası Ülkeler” listesinde ilk sıralardan yer kapmış ya da “Ölmeden Önce Görmeniz Gereken Ülkeler” başlıklı bir makalenin zirvesine bayrak dikmiş bu adada ne varmış bu kadar diye düşünmeniz pek de tuhaf değil. Doğruyu söylemek gerekirse, bizim İzlanda maceramız da benzer bir merak ile patlak verdi. Birçok kişinin ulaşılması imkansız bir ülke olarak gördüğü ya da dünyanın bir diğer ucu olarak değerlendirdiği İzlanda’ya gideceğimizi söylediğimiz günden itibaren, çevremizdekiler bize adeta Vasco da Gama muamelesi yapmaya başladı. Döndükten sonra ise sanki ülkeyi biz kurmuşuzcasına kat kat daha fazla soru almaya başladık.
Daha konuya girmeden itiraf etmekte fayda var; İzlanda’da turist olmak mükemmel bir duygu! Zaten Instagram’daki paylaşımlarımızda her fotoğrafın altına 23423 tane övgü dizmemizden de anlamışsınızdır diye tahmin ediyoruz. Özellikle doğası o kadar etkileyici ve o kadar el değmemiş izlenimi yaratıyor ki, insanı dünyadaki ve hayatındaki tüm sorunları unutacak noktaya bile getirebiliyor. Öyle ki, İzlanda’dan döndükten sonra bizim için de hayat eskisi gibi olmadı desek yeridir. Oraya ayak bastığımız andan itibaren turist olmanın ötesine geçerek İzlanda’da yaşamaya başlasaydık ya da İzlanda’da doğmuş olsaydık hayatımızın nasıl olabileceğini sorgulamaya başladık. Bu konuda yalnız olmadığımıza eminiz. İzlanda şu an Türkiye de dahil birçok ülkede kaçılası bir yer olarak görülüyor ve hakkında daimi olarak “kusursuz ülke” izlenimi yaratılıyor. Peki bu gerçekten doğru mu? İzlanda’da yaşamak gerçekten de tüm sorunlarınızdan büyük ölçüde arınmak ve çoğunlukla mutlu olmak anlamına mı geliyor? Gelin beraber inceleyelim.
Başlamadan gelen not: DEV İzlanda gezimizden tüm notlar için şuraya bakabilirsiniz.
- Yukarıda lafını geçirip detaylandırmamak olmaz. Her sene adamın sinirini bozup, haritanın kuzeyine doğru baktıran “Dünyanın Refah Seviyesi En Yüksek Ülkeleri” listeleri, dönemsel olarak değişkenlik gösterse de, zirvedeki isimler genellikle değişmiyor ve İzlanda’da bu listenin daimi üyesi olmaktan asla vazgeçmiyor. Özellikle insan hakları, eğitim sisteminin gelişmişlik seviyesi ve ülke içi emniyet konusunda İzlanda; Finlandiya, Norveç, Danimarka gibi ülkelere bile fark atacak noktada. Ekonomik açıdan baktığımızda daha dün iflas etmiş bir ülkenin nesi yaşanılası olacak düşüncesi kafanızda belirmiş olabilir. Fakat Türkiye’deki %10,1 işsizlik oranını göz önünde bulundurup bir de üstüne gizli işsizlik oranını ekleyince, İzlanda’nın %4 civarında seyreden oranı kulağa çok da endişe verici gelmiyor değil mi?
- Söz konusu kadın erkek eşitliği olunca, birçok kaynağa göre İzlanda’dan iyisi yok! Konuyu tarihi boyutuyla ele alacak olursak, aslında bu noktaya nasıl geldiklerini anlamak çok da zor değil. Bundan 40 sene önce, 24 Ekim günü İzlandalı kadınların %90’ı işe gitmeyi, yemek yapmayı hatta o gün için çocuklarına bakmayı bile reddettiler ve bu hareket İzlanda tarihinde, kadınların başarılı bir şekilde sonuçlanan eşitlik arayışının dönüm noktası oldu. Öyle ki, bu hareketten kısa bir süre sonra, Avrupa’nın ilk kadın devlet başkanı ve dünyanın seçimle başa gelmiş ilk kadın devlet başkanı unvanlarını alacak olan Vigdis Finnbogadottir ülkenin başına geldi. Tam 16 sene boyunca devlet başkanlığı yapan Vigdis (orada insanlara her daim ismiyle hitap edildiğini, soyadlarındaki “son” ve “dottir” sözcüklerinin “oğlu” ve “kızı” anlamına geldiğini söylemiş miydik?) İzlanda’da kadın erkek eşitliğinin günümüzdeki konumuna ulaşmasının ve kadınların sosyal yaşantıdan, iş hayatına kadar her alanda aktif olmasının en büyük öncülerinden biri oldu. Şu an İzlanda parlamentosunun %40’ını kadınlar oluşturuyor.
- Kadın erkek eşitliği demişken tabi ki yalnızca kadın haklarından bahsetmekle kalmayacağız. İzlanda hakkında bir diğer övülesi durum da doğum izninin toplamda 9 ay olması ve bu iznin üç ay anne, üç ay baba, geri kalan üç ay için ise ebeveynlerin tercihine göre anne ya da baba arasından seçilmesi. Bu şekilde kadınların kariyer hedeflerine saygı duymak amaçlandığı gibi, erkeklerin de çocukların bakımında kadın ile eş değer sorumluluk alması amaçlanmış. Alkışlar bizden İzlanda’ya gidiyor!
- İzlanda’nın en ön plana çıkan özelliği tabi ki eşi benzeri bulunmaz doğası. Doğa deyince tipik bir şehir insanı olarak aklınıza “şöyle şehrin ortasında büyük bir park olsa” düşüncesi geliyor olabilir, ancak burada işler o şekilde yürümüyor. Şayet İzlanda’da yaşıyor olsanız, arabanızda yolda giderken yanınızda bir gayzer metrelerce yukarı su fışkırtabilir, ülkedeki onlarca yanardağdan biri kül püskürtebilir ya da buzullarla dolu bir gölle karşılaşabilir ve bunu tepenizden güvercin uçup geçmişçesine normal karşılayabilirsiniz. Üstelik İzlanda konumu ve doğa koşulları itibariyle size kendinizi Yüzüklerin Efendisi’nden fırlamış bir ortamda hissettirmekle kalmıyor, aynı zamanda kum fırtınası ya da kuzey ışıkları gibi aşina olmadığınız doğa olaylarıyla da tanıştırabiliyor. Hal böyle olunca İzlanda’nın doğasını en iyi şekilde koruyan, muhafaza eden ve doğaya saygı duyan bireylerden oluşan bir ülke olmasına pek de şaşırmasak da, bu ülke çapında yer yer konuyla ilgili sorunlar yaşanmadığı anlamında da gelmiyor. Özellikle volkanik toprakların tarıma elverişli olmaması durumu aslında ülke genelinde sebze ve meyve üretiminde problem yaşanmasına sebep oluyor. 2010 yılında patlayarak ta oralardan Avrupa’nın hava trafiğini adeta durduran ve adını okuyabilmek için 40 fırın ekmek yemeniz gereken Eyjafjallajökull’dan söz etmiyoruz bile. Üstelik kendisi ülkenin en büyük yanardağı bile değil! Yine de sırf ülkede hiç sivrisinek bulunmaması sebebiyle bile insanın tası tarağı toplayıp İzlanda’ya gidesi geliyor, orası ayrı mesele…
- Siz de Harikalar Diyarı’na ulaşmanın bile İzlanda’ya ulaşmaktan daha kolay olduğu izlenimine kapıldıysanız sizi garipseyecek değiliz. Sonuçta okyanusun orta yerinde hiçbir kıtayla bağlantısı olmayan, 103.000 km2’ye yayılmış acayip bir memleketten bahsediyoruz; denizi ayrı deniz, havası ayrı hava. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi üstüne üstlük adanın yalnızca %25’inde yaşam var. Geri kalanında ne var diye soracak olursanız çoğunlukla az önce söz ettiğimiz doğal “güzelliklerden” oluşuyor. Tabi ki bu doğal güzellik olarak adlandırdığımız oluşumlar yalnızca bilgisayarınıza arka plan ya da Instagram profilinize malzeme olmakla kalmıyor, aynı zamanda jeotermal su kaynakları sayesinde ülkedeki ısınma ve elektrik ihtiyacının kayda değer bir bölümünü giderilebiliyor ya da evinizin musluğundan hayatınızda içebileceğiniz en lezzetli suyu bile içebiliyorsunuz. Ülke çapında yenilenebilir enerji kullanımının yaygın oluşu da, hem hava kirliliğini, hem de ülkenin enerji kaynağı konusunda dışarı bağımlı olma ihtimalini son derece azaltıyor. Ülke olarak öyle bir iddiaya sahipler ki, uzun vadede İzlanda sınırları içinde herhangi bir alanda gereksinim duyulabilecek enerjiyi yüzde yüz kendi kaynakları üzerinden sağlayabilecek tek ülke olabileceklerini ön görüyorlar. İzlanda genelinde bu tip bir kaynağa ulaşmak o kadar sıradan ve kolay bir durum ki, jeotermal enerjinin kullanımı ilk olarak 1900’lü yılların başlarında, bir çiftçinin şans eseri, evinin altındaki sıcak kaynak suyunu yanlışlıkla keşfetmesi ve kullanıma geçirmesi sonucu başlamış.
- Bir LGBT birey olarak İzlanda sınırları içinde yaşamak tartışmasız bir şekilde başınıza gelebilecek en iyi şeylerden biri. Bu sene Onur Haftası’nda vali Daggur Eggertsson’un Reykjavik’in en ünlü caddelerinden birinin gökkuşağı renklerine boyanmasına yardım etmesinden mi dem vuralım, dünyanın ilk eşcinsel devlet başkanının İzlanda’dan çıkmasından mı bahsedelim, yoksa bir önceki vali Jon Gnarr’ın Onur Yürüyüşü’ne peruk, ruj ve elbiseyle katılıp açılışı yapmasından mı, inanın biz de karar veremiyoruz. Dünya üzerinde eşcinsel evliliğin meclisten hiçbir ret oyu almadan geçebildiği tek ülke olan İzlanda, aynı zamanda son dönemlerde yurt dışından gelen eşcinsel bireylerin de evlenmeyi en çok tercih ettiği ülkelerden birine dönüşmüş durumda. Bu konuda dünyanın geri kalanının İzlanda’dan öğreneceği çok şey var galiba.
- İzninizle Türkiye’de yaşayan bireyler olarak İzlanda hakkında oldukça ilginizi çekecek bir konuya değinmek istiyoruz; İzlanda polisi görev başındayken silah taşımıyor! Evet evet yanlış duymadınız, istisnai durumlar dışında polis hiçbir şekilde silah taşımıyor, çünkü ülke genelinde polisin silah taşımasının sorunların önüne geçilmesinden çok daha fazla sorun yaratacağına dair bir inanç var. (ve bunu desteklememek elde değil) İşin enteresan yanı, bu düşünce sadece teoride değil, pratikte de olumlu sonuç vermiş ve İzlanda dünyanın suç oranı en düşük ülkelerinden biri olarak biliniyor. Ülkede polisin bir vatandaşı öldürdüğü tek olay, 2013 yılında bir saldırganın polise ateş açması sonucu gerçekleşti ve bu durum da İzlanda gündemini uzun süre meşgul etti. Bu noktada sizi daha da şaşırtmak için şu detayı da eklemeden edemeyeceğiz; İzlanda nüfusunun neredeyse üçte biri silah sahibi. Özellikle avlanma vb. alanlara ilgi son derece yoğun olduğu için silah kullanan çok sayıda insan (329.000 civarı bir nüfusa sahip olan ülkede yaklaşık 90.000 civarı silah bulunduğu söyleniyor) bulunmasına rağmen suç oranının bu denli düşük olması, birçok araştırmacı ve gazetecinin makalelerine konu olacak kadar ilginç bir durum olarak kabul ediliyor. Yapılan araştırmalar, diğer İskandinav ülkeleri ile birlikte İzlanda’da da suç oranının bu kadar düşük olmasını toplumsal sınıflar arası büyük bir uçurum olmamasına ve toplumun büyük bir kısmının kendisini “orta sınıf” mensubu olarak değerlendirmesine bağlıyor. Olur da bir gün İzlanda’ya ayak basacak olursanız insanların bebek arabalarını içinde bebekleri ile birlikte sokakta rahatlıkla bırakmalarına biraz daha az şaşırmanızı sağlayabilmişizdir diye düşünüyoruz.
- Buraya kadar kah güldük, kah eğlendik ve bol bol kıskandık, ancak şimdi sevenlerinden özür dileyerek bizi İzlanda ile kanlı bıçaklı hale getiren bir meseleye parmak basıyoruz: İzlanda Mutfağı! Her şey bu kadar güzel, bu kadar yolunda olunca bir yerde bir sıkıntı yaşamadan olmuyor tabi. Az önce de şöyle bir söz ettiğimiz gibi İzlanda toprakları tarıma pek de elverişli olmadığı için, çoğu sebze ve meyve adeta altın değerinde. Bu sebeple et ağırlıklı yemekler bol bol tüketiliyor. Et yemeği derken bahsettiğimiz şey iskender değil tabi. Daha çok çürümüş köpek balığı, balina, kuzu kellesi gibi şeylerden bahsediyoruz. Hatta bu geniş yelpazeye İzlanda’da sık sık görebileceğiniz dünyalar şirini Puffin kuşunun eti de dahil. Biz evde beslemeye niyetlenmiştik ama, onlar kararlarını yemekten yana kullanmışlar…Tek derdiniz bu olsun dediğinizi duyar gibiyiz, ona da diyecek lafımız yok.
- Bu kadar İzlanda’dan söz etmişken Jon Gnarr‘ı es geçmek olmaz. Google’a girip Jon Gnarr diye aratacak olursanız karşınıza Reykjavik’in eski valisi olduğu ile ilgili bir takım bilgiler çıkacaktır. Fakat durum yalnızca bundan ibaret değil. Kendisi aynı zamanda bir komedyen, bir punk grubunun solisti ve bir oyuncu. Ayrıca zekası ve bakış açısı ile tam bir ironi ustası diyebiliriz. Jedi kostümüyle ortalıkta dolandığı da olmuş, Onur Yürüyüşü’ne kadın olarak katıldığı ve “Üzgünüm, vali yürüyüşe katılamayacak, yerine ben geldim” diye açıklama yaptığı da, Yoko Ono ve Lady Gaga ile vakit geçirdiği de… Üstelik ofisinin duvarları, hatta bilgisayarının üstü bile ünlü sokak sanatçısı Banksy’nin eserleri ile dolu. İster inanın, ister inanmayın, hiçbir politik geçmişi olmayan bu ilginç adam, seçimlerde türlü vaatlerde bulunmak yerine, Reykjavik’in sorunlarının üstesinden gülümseyerek ve gülümseterek gelebileceğini söyledi ve sözünü büyük ölçüde tutmayı başardı.
Yazı gayet güzel,lakin bir eksiğinizi gidermek isterim.
İlk maddede *Özellikle insan hakları, eğitim sisteminin gelişmişlik seviyesi ve ülke içi emniyet konusunda İzlanda; Finlandiya, Norveç, Danimarka gibi ülkelere bile fark atacak noktada.*
Demişsiniz.
Lakin İskandinavya(Nordikte diyelim Finlandiyayı ekleyip) ülkelerinin gelişmişlik seviyeleri birbirine çok yakındır,buna milli gelir de dahil(Norveç hariç petrolden dolayı).
Yani *fark atma* diye bir durum yok.Çok ufak farklılıklar vardır aralarında,hepsi de birbirinden örnek alır.Örnek verirsek,Finlandiyada bir kanun vs. değişecekse *İsveçte nasılmış,Danimarkada nasılmış* diye araştırılır ilk önce.
Eğitim sisteminde de Finlandiya hala dünyanın en iyisidir.Orda da bir yanlışlık mevcut.
Ayrica Lezbiyen Başbakan Jóhanna Sigurðardóttir’i unutmuşsunuz.
Jon Gnarr ise şu an 10 bölümlük bir İzlanda dizisinde oynamaya başlamış.Ayrica kendisine çocukken *zihinsel engelli* raporu verilmiş.Seçimlere ise tamamen şaka yollu girmiş(best party),kazanınca gayet şaşırdığını söylemişliği var.
Saygılar,
Harika bir yazı olmuş çok teşekkürler, ellerinize sağlık!!
İnşallah bize de gidip görmek nasip olur ::))))
Bu haftasonu ben de Izlanda yolcusuyum:) cok keyif alarak okudugum bir yazi olmus. Tesekkurler !!
Harika bir yazı kaleme almışsınız. İzlanda bana biraz itici gelse de anlatımdan etkilendiğimi söylemem gerek. Sahillerindeki kayalıklar, sevimli atlar ve o güzel şelale beni benden aldı. Teşekkürler
Yazım tarzıyla bir ülke ancak bu kadar iyi anlatılabilirdi. Keyifle okudum.
Yurtdışı kavramı SUBJEKTIF( ÖZNEL ) ‘dir. Yani her kişinin bakış açısı, yaşam tarzı ve beklentisine göre değişir. Dolayısıyla sizin için güzel olan bir yer başkası için olmayabilir.35’in üzerinde ülke gezdim ve halen gezmeye devam ediyorum. Her ülke hakkında yorum yazarken , deneyimlerimi paylaşırken cümle sonlarına “BENIM BAKIS AÇIMA GÖRE – DİYE DÜŞÜNÜYORUM- KİŞİSEL FİKRİM” v.b. kelimeleri eklerim.
Örnek: benim begendigim bir mimariyi baskası begenmeye bilir. Kısaca: yazınız sizin bakıs acınıza göre izlandanın tasvir edilmesi.
yorumunuz için “TEŞEKKÜR” ederiz. (SEVGİLER)………..
merhabalar.arkadaşın yazısından çok yorumunuz dikkatimi daha çok çekti.bu sebeple gezdiğiniz tüm ülkeler içerisinde kendi bakış açınızla rn beğendiğinizin hangisi oşduğunu inanın çok merak ettim ve dayanamayıp sormak istedim.ilk üç desek beğendiğiniz hangileri olurdu.cevabınızo viddi anlamda sabırsızlıkla bekliyeceğim.iyi akşamlar.
Çok güzel bir anlatımla birleşmiş bir keşif olmuş , hepimizin dönem dönem bırakıp gitmek istediği zamanlarda neden uğrak yerimiz olmasın ….
Eğer bir gezi programım varsa siz de okunacakların ilk sırasındasınız. Tolga kardeşe fazla takılmayıp, eğlenceli ve kolay okunur tarzınızla daha çok yazılarınızı bekliyorum. Yola devam, yolunuz açık olsun 🙂
yazı ve yorumlar çok güzel,sadece ukala birisinin bir yorumu dikkatimi çekti,kendi bakış açısına göre diyecekmişya yazan kişi,be akıllım zaten yazan kişi kendisine göre anlatır.Bu yazmanın bir özelliğidir.o arkadaş 35 ülke gezmiş ama boş gezmiş..yazı süper resimler ve anlatım süper..copy yapıp bir yerlerde paylaşacağım üzgünüm..ama isminizi de not düşerim.asla kendim gittim falan diye palavra sıkamama.zaten..10 puan üzerinden yıldızlı 10 puan.özgür ve akıcı bir dill bayıldım.Gezmiş gibi oldum İzlanda yı çünkü anlatım harika…o bir kişinin yorumu sadece gıcık onuda silin hatta derim alttaki yorumlardan..
Yazı güzel, ülke güzel ama ben soğukları sevmiyorum 🙂 benim için 12 ay yaz mevsimi olmalı mesela tayland gibi.
Emeğinize sağlık güzel değerlendirmelerde bulunmuşsunuz ancak bir düzeltme yapmak isterim. İzlanda’da musluk suyu içilmiyor, jeotermal su olduğundan dolayı kükürt oranı epey yüksek ve bariz kokulu bir suyla karşılaşıyorsunuz. Hatta ilk duşunuzu aldıktan sonra daha fazla kirlenmiş hissedebilirsiniz 🙂 Fakat bunu bir olumsuzluk olarak görüyorsanız tanıştırayım; İzlanda’nın tek olumsuz yanı bu.
e biz lıkır lıkır içtik evimizde ve mekanlarda musluk suyunu, ölmeyelim? hahaha