Categories: RÖPORTAJ

Röportaj: Brighton ve İngiltere Üzerine

Ceren Savaşer 27 yaşında, evli ve kendi tabiriyle “bir golden annesi”. Şu an bir hukuk bürosunda avukat olarak hukuki danışmanlık hizmeti veriyor. İstanbul’ da doğmuş olmasına rağmen babasının mesleği gereği Antalya’da büyümüş biri olarak yabancı kültürlere hem aşina hem meraklı, gezmeyi görmeyi seven biri. Ceren ile, bir süre yaşamını sürdürdüğü Brighton ve İngiltere üzerine, okuması oldukça zevkli, kişisel olarak tüm merakımı gideren bir röportaj gerçekleştirdik. Kendileri, tası tarağı toplayıp Brighton’a gitme isteği uyandırabilecek kadar samimi bir anlatıma sahip. İlgilenenler şöyle buyursunlar;

Neden Brighton’ı tercih ettin? İş ya da okul ile alakalı mı?

Ben Brighton’ a önce dil okulu için daha sonra master için gittim. 2010 yazında bir arkadaşım “dil okulu için İngiltere’ye gidiyorum sen de gelsene” deyince, ben de neden olmasın dedim. Brighton’a gidip de oranın büyüsüne kapılınca masterımı da burada yapmalıyım dedim. Dönünce de direk üniversite için başvurdum. 2011 de artık master öğrencisiydim. Brighton tam bir öğrenci şehri aslında. Londra’ya sadece 55 dakika uzaklıkta sahil kesiminde tam bir yazlık öyle ki İngilizler Brighton için “London by the Sea” (yani deniz kenarındaki Londra) derler. Daha çok İngiltere’nin ünlü oyuncuları, tiyatrocuları, ressamları gibi marjinal tiplerinin, zenginlerinin ve tabii ki öğrencilerin yaşadığı bir yer. Festivallerin, sanatın, eğlencenin ve gece hayatının çok yoğun olduğu bir şehirdir. Brighton bir nevi İngiltere’nin oyun parkı. Her Cuma Londra’dan trenle yüzlerce insan gelir direk publara ve clublara gider hafta sonu plajda keyif yapıp Pazar Londra’ya geri dönerler.

Hangi üniversitede, ne konuda eğitim aldın? Eğitim konusunda doğru bir tercih olduğunu düşünüyor musun, sana katkısı oldu mu?

University of Sussex’ de Uluslararası Ticaret Hukuku alanında master yaptım. Eğitimi, hocaları çok iyi bir okuldur. Lokasyon olarak da şehir merkezine yakın olması büyük avantaj. Her ne kadar Türkiye’de namı pek duyulmamış olsa da İngiltere’nin iyi üniversitelerinden biridir. Bir kere sizi ezbere dayalı değil düşünme ve analize dayalı bir eğitime zorluyorlar. Sunum yeteneğinizi zorlarlar. Ortaya bir argüman koymak ve bunu tez, anti tez ve sentez şeklinde hocalarınıza sunmanız gerek. Bu süre boyunca okulda en hoşuma giden kütüphane hayatı olmuştur. Böyle söyleyince kulağa itici geliyor biliyorum ama İngilizler için kütüphanenin çok farklı bir anlamı var. Bir kere örneğin halk kütüphanesi denen olay sadece kitaplardan oluşmaz onlarda. Xbox için ayrı oyun odaları vardır. Film izlemek için, bilgisayarda çalışmak için, müzik dinlemek için farklı farklı bölmeleri vardır. İnsanlar sosyalleşme yeri gibi görür kütüphaneleri orada buluşurlar arkadaşlarıyla hatta okul kütüphanesinde özellikle sınav zamanları sabaha kadar takılırlar kütüphaneye yemek söylerler içki içerler muhabbet ederek ders çalışırlar. Durum böyle olunca eğitim de zevkli hale geliyor tabi.

Sence yaşamak için uygun bir şehir mi? Yine olsa yine yaparım diyebiliyor musun?

Brighton yaşamak için mükemmel bir şehir. Brighton’a gidip de sonrasında geldiği yeri özleyen yoktur. Bir kere şehirde stres diye bir şey yok. Herkes duyarlı, anlayışlı, saygılı trafik yok acele etmeye gerek yok. Otobüsler zaten saatli. Huzurlu yemyeşil bir şehir ve üstelik Londra’ya çok yakın olup Londra kadar pahalı bir şehir de değil. Yine olsa kesinlikle yine yapardım.

Yaşam koşulları pahalı mı? Yeme-içme, kira, ulaşım gibi konulara nasıl bir çözüm getirdin, Türkiye’ye kıyasla çok büyük fark var mı?

Türkiye ile kıyaslama yaparsak 1pound bugün 3 TL nin üzerinde. Dolayısı ile İngilizler için en ucuz şeyler bile bize pahalı hale geliyor. Ben dil okulu için gittiğim zaman bir ailenin yanında kaldım. İçinde sabah kahvaltısı ve akşam yemeği dahil oluyor. Kaldığım ev ailenin misafir evi olduğu için aslıda kendi evimde kalmış gibi oldum. Öğle yemekleri zaten dışarıda geçiyor. Haftalık 90 pound gibi bir para tutuyor bu tip bir kalma. Ama evlerinin odalarını kiraya veren insanlarda var ki o zaman maliyet daha da düşüyor. Arkadaşla ayrı eve çıkma benim pek tercih edebileceğim bir seçenek olmadı o yüzden kira fiyatları konusunda bilgim yok. Master zamanı ise okulun yurtlarında kaldım. Yurtlar apart otel şekliden dizayn edilmiş ortak mutfak kullanımı var ama banyo ve tuvalet odanın içinde. Buna yemek dahil değil. Şehirde metro vs. olmadığı için ulaşım iki katlı otobüslerle sağlanıyor. Günlük sınırsız bilet alındığında 3,5 pound ile her yere istediğiniz kadar gidebiliyorsunuz. Bir de haftalık ve aylık biletler var biraz da ucuza geliyor uzun kalanlar için.

Yaşam koşulları olarak bakıldığında İngiltere’nin en sevdiğim yönü en lüks yerlerin bile belli bir fiyat skalasının üstüne çıkmaması. Çünkü zengin İngilizler bile paralarını neye verdiklerine ve karşılığını tam alıp alamadıklarına çok dikkat ederler ve gösteriş yapmak uğruna fahiş fiyatlar ödemezler.

Brighton’da güvenlik ve merkeze yakın olmak açısından hangi bölgede yaşamanın daha mantıklı olduğunu düşünüyorsun?

Brighton’da sabahın 4 ünde tek başınıza yolda yürüyün kimse size dönüp bakmaz bile. Yüzde doksan güvenli bir şehir zaten her yer CCTV dedikleri güvenlik kameraları ile izleniyor. Ama Hove bölgesi daha çok ailelerden oluştuğu için en güvenli ve merkezi bölge diyebilirim.

Kültürel açıdan ne gibi farklar var? “Ben burada ne yapıyorum?” dediğin anlar, tuhaf anıların, oldu mu?

İngilizlerin en belirgin özellikleri belki de bencillikleridir. Bencillikten kastım aslında kötü manada değil. Work-life balance dedikleri bir iş-hayat dengeleri vardır. Hayatları onlar için çok değerli çok kıymetlidir ve ne iş ne de başka bir şey onun önüne geçmez. Mesai saatleri çok makuldür. Saat 4 ten sonra herkes sokaklara dökülür; ya koşuya ya tenise. Yediklerine de dikkat ederler. Amerikan fast food zincirleri hiç popüler değildir İngilizler arasında zararlı bulurlar. Aslında çelişkilerle dolu bir millet diyebiliriz. Çünkü İngiltere’de uyuşturucu kullanma yaşı oldukça düşüktür ve büyük çoğunluğu sigara yerine ot içer. İnanılmaz bir alkol tüketimi vardır. Hükümet alkole tüketimi azaltmak için zam yapmaya kalktığında kıyamet koptu. Öte yandan hayatları o kadar kıymetlidir ki onlar için hiçbir güvenlik tedbirini es geçmezler, arabaya bindiklerinde arka koltukta bile otursalar kemer bağlarlar. Her mekanda yangın söndürücü tüpler göze çarpar, Londra’ da metroda “mind the gap” diye bir anons yapılır, her giden unutmaz bu cümleyi. Bu anons metro ile istasyon/durak zemini arasındaki boşluğa dikkat etmeniz için yapılır yani boşluğu görmeyip ayağınız araya sıkışmasın diye.

Ayrıca diğer Avrupalı ülkeler gibi çok rahat bir millet her şey normal onlar için sokakta çıplak gezseniz kimse dönüp bakmaz size. Erkekleri dövme hastasıdır, büyük çoğunluğu dövmelidir. Kızları ise daha çok salaş ve trashy dedikleri bir görüntüye sahip olmaktan hoşlanır. Paraları kıymetlidir onlar için harcarken dikkatlidirler, en gençleri bile israfı hiç sevmez yere düşen 1 penny bile olsa alırlar. Bir gece kulübünün girişine 5 pound vermemek için eve dönenine bile şahit oldum. Ünlülerin yaptığı astronomik harcamaları eleştirirler. Parayı giyim kuşam, iyi araba, iyi eşyalar yerine dünyayı gezmeye ayırırlar. Aile bağları güçlüdür.

Aslında çok tuhaf bulduğum bariz bir şey olmadı ama ilk gittiğim zaman evde iki ev arkadaşım vardı bir Japon asıllı İngiliz ve bir İrlandalı. Hep birlikte dışarı çıktık. Önce bir pub a girdik. Biri gitti içkileri aldı geldi. Parasını vermeye yeltendiğimde bu tur benden dedi. Oturduk sohbet muhabbet içkiler bitince hadi dediler çıktık. Biraz yürüdük başka bir pub a girdik. Bu sefer diğeri gitti içkileri aldı geldi. O an dank etti bunların geleneksel yaptıkları bir takılma biçimi gece çıkıldığında her turda biri gidip bütün gruba içki alıyormuş meğerse. Üçüncü pubta da ben sıramı aldım tabi. 

İngilizlerin genellikle soğuk, samimiyetsiz insanlar olduğu gibi bir kanı var. Bu gerçekten doğru mu? Arkadaşlık kurmak konusunda problem yaşadın mı?

İngiltere’ye gittiğiniz zaman bu önyargının nasıl çürüdüğüne şahit olacaksınız. Tabi bu onlara nasıl yaklaştığınızla da alakalı kendiniz gibi olduğunuz sürece hiç sıkıntı yok. Ama Türklerin bazıları yurtdışına çıkınca oradaki insanları küçük görmeye ve ona göre muamele yapmaya başlıyor sanırım sıkıntılar ve önyargılar o noktada ortaya çıkıyor. İngilizler çok sıcak, çok kibar, çok milliyetçidirler. Kibarlık o kadar önemlidir ki restoranda siparişinizi alan garsona ya da marketteki kasiyere teşekkür etmezseniz sizi fena bozarlar. Herkesin herkese sürekli “thank you” dediği saygılı, anlayışlı bir ortam var. Çoğu zaman aynı anlama gelen thank you yerine çok İngiliz kokan “cheers” kullanılır. Bu kelime İngiltere’de bulunduğunuzun ve onların kültürünü aldığınızın markası gibidir. Almanlar kadar kuralcı değiller o bakımdan biraz bize benziyorlar mesela araba gelmiyorsa kırmızı ışıkta geçerler. İngilizlerin olduğu yabancı bir ortama girdiğinizde sizi dışlamazlar sizi tanımak isterler bir sürü soru sorarlar ve sizi konuşturmak isterler. Muhabbetleri kimi zaman entelektüel seviyededir. Kültür, sanat, din, felsefe ama tabi kimi zaman dedikodu, futbol şeklinde geçer. Konuyu biraz dağıttım ama İngilizler aslında zannedilenin aksine çok samimi ve sıcaktırlar. Soğukluk dereceleri sizin yaklaşımınız ve tepkileriniz ile doğru orantılı olarak artar ya da azalır. Onların dostluk ve aile gibi bağları çok gelişmiş olduğu için bireysel olarak takılma, başkalarıyla muhatap olmama diye bir şey pek mümkün değildir. İngiliz olarak çok yakın dost olduğum biri olmadı ama girdiğim ortamlarda çok koyu muhabbetler ettiğim ve yeniden karşılaşınca aynı samimiyeti yakaladığım insanlar çok oldu.

İngilizceni geliştirmende katkısı oldu mu? Dil öğrenmek için doğru bir yer olduğunu düşünüyor musun? Muhteşem İngiliz aksanına sahip olabilir miyiz?

İngiltere benim İngilizcem konusunda dönüm noktam oldu diyebilirim. İngiliz İngilizcesine alıştıktan bir süre sonra Amerikan İngilizcesine katlanamaz hale geliyorsunuz ama. Dil öğrenmek insanın içinde olan bir şey aslında. Benim en sık rastladığım yalnız kalmaktan korkarak bulduğu Türklere yapışıp koloni halinde gezen Türk tipidir. Bunlar yeniliklere açık olmaz yabancılarla konuşmaz kapalı kutu gibidir. Oraya kadar gitmişken her şeyi denemek, kültürü öğrenmek, gözlemlemek ve kendinize yeni bir perspektif kazandırmanız gerek. Mesela Hintli bir arkadaşımın verdiği bir tüyo sayesinde Wimbledon Tenis Turnuvası’nı 15 pound gibi küçük bir paraya canlı izleyebildim mesela. Dolayısı ile Türkçesini daha da pekiştirip ülkesine geri dönenlerden olmamak lazım. Kendinize yabancılardan oluşan bir grup bulun ve peşlerine takılın. Zaten dil okulu ortamında herkes yalnız olduğu için çabuk kaynaşılır. İngiltere size tüm imkanlarını sunar dili öğretmek için okullarda size kültürlerine dair her şeyi verirler ama girişken olmanız gerek. Muhteşem İngiliz aksanına sahip olmak mümkün ama benim sık rastladığım aksan yapmaya çalışarak ağzını burnunu karıştırarak konuşmaya çalışanlar oldu. Şu an Türkiye’de özellikle iş hayatında önemli pozisyonlarda yer alan insanların İngilizceyi sanki bir kağıttan okur gibi konuştuklarını fark ettim. Türkçe’ de günlük hayat konuşmamız nasıl düz bir çizgi gibi değilse aslında İngilizce de öyledir. Kendi içinde vurguları var. Bol dizi, film izlemek, insanları dinlemek o vurguları yakalamanıza yardımcı olur. Aksanın oturması uzun zaman alır öyle 1 aylık dil kursuyla edinemezsiniz. Ben çoğunlukla otobüste ya da trende giderken konuşanları dinler sonra kendi kendime onların telaffuzlarını tekrar ederdim. Çok faydasını gördüm. İngilizlerin çok konuşma huyları bazen faydalı olabiliyor bu şekilde. Bir de hangi bölgenin aksanını örnek aldığınıza dikkat etmeniz lazım. En güzel aksan bence Londra’yı da içine alan güney bölgesi aksanıdır. Kuzeylere çıktıkça (Liverpool, Newcastle, Edinburgh…) aksan değişir ve anlaşılması zorlaşır. İngilizler aksanınıza çok dikkat etmez aslında onlar için ana dilinizin dışında başka bir dil konuşabilmeniz bile yeterince etkileyicidir çünkü İngilizlerin büyük çoğunluğu ikinci bir dil bilmezler.

Brighton gece hayatı ve etkinlik açısından aktif bir şehir mi? Yoksa Avrupa’nın bazı yerlerinde olduğu gibi hayat erkenden bitiyor mu?

Brighton’ın gece hayatı çok aktiftir. Her clubın kendi tarzı vardır ve müzikler clubtan cluba çeşitlilik gösterir. İngilizler elektronik müzik hastası özellikle drum and bass dedikleri tarza bayılırlar. İngiltere’nin kıyı kesiminde yer aldığı için hemen hemen bütün clublar sahildedir. Londra’dan hafta sonu akın akın insan gelir Brighton geceleri için. İlk gittiğim sene sanki Bodrum’a gitmişim gibi hissetmiştim Brighton’da. Ama tabi clubların en güzel zamanı yazındır. Kışın rüzgarı fena olur Brighton’ın o yüzden yaz mevsimi şiddetle tavsiye edilir.

Brighton’da sıradan bir gün nasıl geçiyor? Gün içinde yapılan aktiviteler neler?

Brighton’da boş bir gün özellikle haftasonu genelde sahilde geçer. Churchill Square’ de muazzam dondurma yapan bir dükkan var Thorntons diye zaten dükkanlar zinciri olduğu için her yerde bulabilirsiniz aslında. Chocolate Heaven denen çikolatalı dondurmanızı alır sahile doğru yavaş yavaş yürürsünüz. Hava güneşliyse zaten sahil insan kaynıyordur. Basket oynayanlar, board da kayanlar, koşanlar, köpek gezdirenler, pub bahçelerinde canlı müzikler, envai çeşit içkiler, güneşlenenler… Bir de Brighton Pier denen bir yer vardır sahilde. Kocaman bir iskele ve iskelenin ucunda lunaparkı vardır. Çocukları olanlar bu tip yerleri tercih eder. Ailecek tenis oynamaya gidenler ya da şehir dışına kırsal alana çıkanlar da vardır uzun yürüyüşler için. (Devil’s Dyke en favori mekandır bu bakımdan.) Gençler genelde plajda oturup içmeye başlarlar erkenden. Akşamüzeri neredeyse tüm mekanlarda açık havada canlı müzik başlar. Sonra clublara geçilir.

Haftasonu ailecek geçirme gibi bir huyları vardır. Özellikle Pazar sabah kahvaltıları ve akşam yemekleri mutlaka ailecek hatta arkadaşlar da dahil edilerek büyük sofralarda yenilir ve genellikle akşam yemeği rosto olur.

Yeme-içme konusunda problem yaşadın mı? Ölene kadar Fish n Chips gibi bir durum var mı, yoksa orada deneyebileceğimiz hatta özlem duyabileceğimiz yerel tatlar da mevcut mu?

Amerika ya da diğer Avrupa ülkelerine nazaran içinde oldukça fazla alternatif barındıran bir ülke İngiltere. Her ne kadar kendi mutfaklarında geleneksel yemekler yok denecek kadar az olsa da tüm dünya mutfaklarına ait yemekleri makul fiyatlara bulabileceğiniz çeşitli restoranlar mevcut.

İngilizler için fish&chips her ne kadar geleneksel ve vazgeçilmez olarak düşünülse de aslında günlük hayatlarındaki yemek tercihleri çok daha sağlıklı ve farklıdır. Örneğin İngilizler Hint yemeklerine çok düşkündür. O kadar ki curry (İngilizlerin Hint yemeklerine verdikleri genel ad) sevmeyen bir İngiliz yoktur diyebiliriz. Bunun yanı sıra İtalyan, Çin, Japon, Tayvan, Kore, Tayland, Yunan ve Türk restoranları mevcut. Ama İngiltere’ye kadar gelmişken tecrübe etmeniz gereken en güzel deneyim “English Cream Tea” dedikleri tipik İngiliz beş çayı dedikleri sütlü İngiliz çayı ve yanında servis edilen muhteşem lezzette “scone” adı verilen İngiliz çörekleridir. Bunu en iyi yapan mekan Pool Valley yolu üzerindeki Mock Turtle’ dır. İngiltere’de tecrübe edilmesi gereken bir diğer şey ise publardır. Publar İngilizler için vazgeçilmez. O kadar ki her gün iş çıkış saatlerinde başlamak üzere gece yarılarına kadar hafta içi hafta sonu fark etmeden mekanlar ağzına kadar doludur. İngilizler pub hayatına çok önem verdikleri için olsa gerek pub da servis edilen yemekler son derece lezzetli ve makul fiyatlardadır. Publar özellikle et ve tavuk yemekleri konusunda gayet başarılılardır. Meat pie, mince pie ya da chicken pie adı verilen bir diğer muhteşem lezzet de döndükten sonra bile arayacağınız tatlardandır. Bunlar tuzlu turta çeşididir ve içlerinde genellikle kuşbaşı et parçaları, kıyma ya da tavuk olur. Noel zamanları ise balla kaplanarak fırınlanmış rosto en klasik Christmas yemekleridir.

Yemekleri bir tarafa bırakırsak soslar da büyük yer tutar İngiliz mutfağında. En başta gravy sos et yemekleri ve meat/mince pie ile yenilirken fish&chips için tartar sauce tercih edilir. Custard sauce ise kesinlikle kaçırılmaması gereken bir lezzet. Artık ülkemize de yavaş yavaş girmeye başlayan custard aslında İngilizlerin bir çeşit vanilya aromalı kremamsı soslarıdır. Özelikle sıcak elmalı turta üzerine soğuk custard sosu vazgeçilmez.

Fish&chips konusuna gelirsek Brighton sahilinde “take away” dedikleri sadece paket servis yapan büfelerden denemediğiniz sürece son derece lezzetli ama bir o kadar da ağır bir yemek. Kızartılmış Norveç uskumrusu yanında tartar sos ve haşlanmış bezelye bu yemeğin en tipik servis şeklidir.

Yemekleri bir tarafa bırakalım içeceklere gelelim. İngilizlerin olayı pub olunca haliyle alkol tüketimi de bir o kadar çeşitleniyor ve artıyor. Bira ve şarap en sevilen içkilerdir. Ancak onlar bizde bilinen biranın yanı sıra ya Guinness dedikleri malt biraları ya da cider dedikleri elma şarabı ile bira arasında tadı olan içkilerini tercih ederler. Brighton’ da Hobgoblin diye bir mekan vardır kendi birasını kendi üretir marketlerde de satar, değişik bir tat. Sparkling wine (köpüklü şarap) davet edildiğiniz İngiliz evlerine giderken yanınıza almanız gereken en güzel hediyelerdendir. Çay bizdeki gibi ocakta fokur fokur kaynamaz. Porselen demlik içinde çoğunlukla Earl Grey çayı üzerine kaynamış su dökülür ve bir süre bekledikten sonra ılık süt ile beraber servisi yapılır.

Son olarak, buralara kadar gelmişken denemeden/görmeden dönmeyin diyebileceğin şeyler var mı? Bize birkaç ipucu verebilir misin?

Mutlaka görün denen şeyler genelde kişinin zevkleriyle alakalıdır ama yine de Brighton’a gitmişken Brighton Beach, Brighton Pier, Churchill Square, Lanes, North Lanes, Brighton Marina ve Brighton’ın biraz uzağında Seven Sisters mutlaka görülmeli. Yaz dönemi en güzel zamanlardır Brighton’ı görmek için. Her ne kadar denizine girilmesi pek mümkün olmasa da(soğuk ve kirli olması sebeplerinden) plaj çok keyiflidir. Özellikle dil okuluna gidenler neredeyse bütün boş zamanlarında plajdadır. Gruplar orda toplanır, mangal partileri, vs. yapılır ateşler yakılır. Gece kulüplerinin çoğu sahil boyunca yer aldığı için club öncesi ve sonrası plaj iyi bir buluşma mekanıdır. Brighton yılın hemen her dönemi bol festivalli geçen bir şehirdir. Yemek festivali, çikolata festivali, bira festivali ve daha birçok festival gerçekleşir. Ağustos ayında Gay Pride gerçekleşir. Dünya üzerindeki bütün eşcinseller ve dernekler Brighton’da toplanarak yürüyüş yaparlar ancak bu yürüyüşler tam bir festival havasında geçer. Alkolün sabah 11 den itibaren su gibi aktığı pembe tütülerin ve daha birçok farklı aksesuarın takılarak bol bol fotoğraf çektirildiği bir etkinlik bu. Ama eğer Brighton’a uzun süreliğine gidiyorsanız mutlaka ama mutlaka gidin diyebileceğim en önemli etkinlik 5 Kasım da Bonfire Night adı verilen Guy Fawkes’u anma gecesi olur. Guy Fawkes kimdir diyenler için 5 Kasım 1605’ te Muhafazakâr Protestan Kral I. James’e, kraliyet ailesine ve tüm diğer aristokratlara karşı İngiliz Parlamento Binasını barut fıçıları ile havaya uçurma planı yaparken yakalanan Katolik bir İngiliz’dir. İngilizlerin özellikle devlete karşı haklarını savunmaları gerektiği konusunda ilham verici bir karakter olması nedeniyle çok sevilir ve saygı duyulur. Brighton’a trenle 15 dakika mesafede Lewes kasabasında bu gece en görkemli şekliyle kutlanır. Bu gecede on binlerce havai fişek atılır, “Bonfire Society” denilen gruplar farklı farklı kostümlerle yürüyüş yaparlar. Brighton konum olarak çok elverişli bir yerdedir. Trenle Londra 55 dakika sürer ve eğer off-peak hours dedikleri günün yoğun olduğu sabah 6-11 arası ve akşam 4-7 arası dışında kullanmak üzere bilet fiyatları neredeyse yarı yarıya düşer.

Published by
oitheblog

Recent Posts

2024 Viyana Gezisi Notları: Avrupa’nın En Avrupalı Şehri

Dünyanın en yaşanabilir şehirleri listesinin 1 numarasını yıllardır zapt etmiş, “muasır medeniyetler seviyesinin ne olduğunu…

5 saat önce

Düsseldorf Gezi Rehberi: 1 Günde Neler Yapılır?

Galiba hayatımda hiç özel olarak uçak bileti alıp Düsseldorf’a gezmeye giden bir insan görmemiş olabilirim,…

2 hafta önce

Amsterdam Gezisi Notları: Yeni Öneriler, Birtakım Övgüler

En son ne zaman Amsterdam gezisi için yollara düşmüştük diye bir bakıp üstünden 5 sene…

3 ay önce

Atina Gezisi Notları: İhtimallerin Heyecanına Üzülüyorum

Kişisel tarihimizdeki ilk Atina gezisi üstünden neredeyse 8 sene geçtiğini fark ettiğimizde zamanın ne kadar…

5 ay önce

2023 Tiflis Gezisi Notları: Bazı Yeni Keşifler

Hatalarımızdan ders almamak konusundaki ısrarcılığımızın bir belgesi olarak bir önceki Tiflis Gezisi Notları kapsamında “buraya…

8 ay önce

Kazbegi Gezi Rehberi: Gürcistan ile Bağları Kuvvetlendirme Girişimi

Az önce kapı çaldı. Eskimiş metal grubu tişörtüm ve berbat şekilde toplanmış saçım ile kapıyı…

8 ay önce