Avustralya’da Yaşam Serisi No: 1

Türkiye’den bakınca, özellikle belgesel izleyicileri üzerinde “börtü böcek ve ölümcül hayvan diyarı” izlenimi bırakan, ünlü opera binası ile aklımıza kazınmış olan Sidney, bol bol reklamı yapılan, gitmeye özendirilen bir şehir. Fakat orayı yerlisinden dinleyince işler biraz daha karmaşık görünüyor. Benay Örmeci, yaklaşık 1 yıldır Sidney’de yaşıyor. Liseyi bitirdikten sonra eğitimi için oraya yerleşmiş. Hem üniversitede okuyor, hem bir gazetede, hem de bir kafede çalışıyor. Biz de sizin gibi “nasıl bu kadar işi bir arada yapıyor?” diye düşündük ve şu cevabı aldık: “Burada çok fazla haber olmadığından dertsiz ve rahat”. Benay her şeyi oldukça realist bir biçimde aktardığı için, özellikle orada yaşamayı ya da okumayı düşünenler için oldukça enteresan ve rehber niteliğinde bir söyleşi ortaya çıktı.

Not: Daha fazla Avustralya diyenler için şurada bir röportaj daha var.

Sidney, Türkiye’den bakınca, dünyanın diğer ucu gibi görünüyor. Hem çok uzak, hem çok farklı olduğunu tahmin ettiğimiz bir kültür. Bunlara rağmen neden Sidney’i tercih ettin?

Aslında ben tercih etmedim, hatta nefret ederek geldim. Abim lisedeyken sürekli “ben yurtdışında okumak istiyorum” derdi. Annem ve babam nerede okumak istediğini sorarlardı ama kararsızdı biraz, Amerika ya da Kanada gibi düşünceleri vardı. O dönemde, uzak bir akrabamız “Avustralya’yı niye düşünmüyorsun hem biz de varız” diye bir teklifte bulundu. Abim bu teklifi değerlendirdi, beğendi ve okulunu bitirdi. Ailem geleceğim açısından benim de yurtdışına gitmemi istedi. Ben de liseyi bitirince gidecektim. Bana böyle bir seçenek sunulmuştu, bu yüzden benim de kafam da başka bir ülkeye gitmek yerleşmeye başlamıştı. Başlarda İsveç’i düşündüm, ama oranın dilini bilmediğim için kendi anti tezimi yaratarak bu fikri çürüttüm.

Biz çekirdek bir aileyiz, başka kardeşimiz yok. Dolayısıyla anne ve babam “Abin orada, hem birbirinize destek olursunuz hem de düzeni biliyor, sıfırdan başlamazsın” demeye başladılar. Özetle, aile zoruyla geldim. Normalde hiç yapmadıkları şeydir fakat bizim ailede okumayanı dövdükleri için bu sefer beni biraz yönlendirmek istediler sanırsam. Okumamak gibi bir düşüncem de yoktu tabi, bu işin şakası. Sonra her şey çok hızlı gelişti, bir baktım ki veda toplanması yapıyorum, bir baktım Avusturalya’dayım. Bana kalırsa bir kültürleri yok, gerçek Avustralyalılar yani Aborjinler hep katledilmiş. Kalanları ise Sidney’de yaşamıyor. Avustralyalıyım diye geçinen beyaz tenli, sarışın, mavi gözlü insanlar da var, çekik gözlü esmerler de. Topkapı Sarayı’nda gibi hissediyorum bazen.

Yaşamak için ya da öğrenci olmak için uygun bir şehir mi? Sence hangi bölgede yaşamak daha mantıklı?

Sidney, dünyanın gözünde Türkiye’nin İstanbul’u gibi.  Ama bana kalırsa Samsun gibi, sakin. Özellikle öğrenciler için oldukça ön plana çıkmış olmasına rağmen hiçbir şey yok burada. Üstelik her şey çok pahalı. Melbourne için çok güzel diyorlar, sadece iklimi buradan da kötüymüş İklim deyip geçmeyin, burada bir günde 3 mevsimi birden yaşıyoruz biz!

Eğer ülkeye “work and holiday/travel” diye bilinen çalışma ve tatil/seyahat vizesiyle gelmediyseniz şunu bilmelisiniz: “Burada hayat Avustralyalıya güzel” Biz kendimize öğrenciyiz diyemiyoruz. Çünkü hükümetin bize yapıştırmış olduğu bir ön isim var: Uluslararası Öğrenci. Öğrenci bileti almamız dahi yasak, onu Avustralyalı öğrenciler kullanabilir sadece. Uluslararası öğrenciler burada en alt tabaka muamelesi görüyor devlet tarafından. Burslu öğrenciye yapılan baskıların daha da şiddetlisini para vererek yaşıyorsunuz. Ülkenin en hareketli şehrinde yaşıyorum ama, Türkiye’nin en sakin şehrinde yaşıyormuş gibi hissediyorum. Bence Avustralya vatandaşı olmadığınız sürece, burada yaşanmaz.

Part time çalışma olanakları var mı? Varsa Yeterli bir kazanç sağlanabiliyor mu?

Öğrencilere haftada 20 saat çalışma hakkı veriliyor, turist vizelerine ise çalışmak yasak. Asya ülkelerinden oldukça ucuza, “köle” gibi çalışan bir sürü insan buraya akın ettiğinden, çok iyi ücret kazanamıyorsunuz. Hem okuyayım hem çalışayım olayı yok yani. Buradaki en ucuz okulun bir dönem ücretini bile kazanmanızın mümkünatı yok. Olur da 20 saat sınırını geçerseniz, buna bağlı olarak notlarınız düşerse ve iki dersten kalırsanız okuldan atılabiliyorsunuz. Sonrasında okul bulamazsanız, öğrenci vizeniz iptal oluyor ve ülke dışına uğurlanıyorsunuz.

İlk etapta ne gibi adaptasyon problemleri yaşadın? Kültürel açıdan ne gibi farklılıklar var?

Öncelikle, burada konuşulan İngilizce bambaşka. Ben buraya orta derece İngilizce ile gelmiştim. Fakat Amerikalı ya da İngiliz olmayan biriyle iletişim kurmak tam bir işkenceydi. Hala, bazı anlayamadığım şeyler olabiliyor.

Avustralyalı gibi İngilizce konuşmak için tarif:

1 adet İngiliz aksanı.

1 tabak yemek

İngiliz aksanınızı mümkün olduğunca yayıp uzatmaya başlayın, ardından ağzınıza bir lokma yemek atın. Bu ikisini aynı anda yapmaya özen gösterin ve Avustralya aksanınız hazır !”

Neredeyse dünyanın her yerinden insan bulabilirsiniz bu şehirde. Ülkenin var olan kültürü, baskın sömürge oldukları dönemde yok edilmiş, dolayısıyla hiçbir ayrımcılık da yok. Kimsenin ülkesi değil burası.(Aborjinler hariç, onlar ise pek umursamıyor hatta çok iyiler yabancılara karşı.)
Ben geldiğimde sosyalleşmek için kafelere giderdim, çakmak isterdim insanlardan ama yok, kimse konuşmuyor arkadaş. Okul bitince herkes dağılıyor evlerine, işlerine. Ama en büyük sorunum yemek oldu. Üstelik buraya gelene kadar yemek seçen insandım. Ama bunda sonra, eve döndüğümde o tek tek ayıkladığım pişmiş havuçlara bile hiç ses çıkarmayacağım. Burada sabah kahvaltısında sushi yediğim günler bile oluyor.

Yaşam pahalı mı? Okul, kira ya da günlük hayatında yaptığın harcamalardan bize birkaç örnek verebilir misin?

Araştırmalara göre dünyanın en pahalı ikinci şehriymiş burası. Ev kiraları haftalık ödeniyor, şehir merkezinde oturmamama karşın kalorifersiz (yoksulluk çekiyoruz diye değil burada hiçbir evde ısınma sistemi yok) eve Nişantaşı kirası ödüyoruz; haftada 450 Avustralya Doları yani ayda 1800$. Yani ayda ortalama 3240 TL gibi bir kira veriyoruz. Haftalık otobüs ve tren bileti 44$. Öğrenciler için ise 22$. Gümrükten alınmış kaçak sigara 12.40$. Yemek olayı tabi ki gideceğiniz yere göre değişiyor, ama 10$’dan açarım.

Sidney’de sıradan bir gün nasıl geçiyor? Arkadaşlarınla yaptığın aktiviteler buradakilere benzer mi?

Türkiye’yle kıyaslayacaksak, köyümle falan kıyaslamalıyım herhalde, yani koca bir hiç. Çok iyi arkadaşlıklarım oluştu burada, bu konuda şanslıyım. Gezi Parki Direnişi sayesinde tanıştık, onun öncesindeki zamanlar çok bunaltıcıydı. Bizim yemek ve kültürlere yakın milletlerle buluşmayacaksam kahvaltı vakti buluşmamaya çalışıyorum, aç kalmayayım diye. Onun dışında gidip çay, kahve ya da alkollü bir şeyler içilir, yemek yenir, zaten yapılabilecek şeyler belli. Aşırı monoton bir hayatım var burada, sistem adeta makineleştiriyor.

Yemek kültürü ne durumda? Ne yenir, ne içilir?

Dünya mutfağından ne isterseniz bulabilirsiniz, İçli köfteden tutun, domuz kulağına kadar aklınıza gelebilecek her şey var. Ama mahallesine göre değişiyor, 1960’larda göçmen alımları zamanında insanlar, İngilizce bilmeden geldikleri için birbirlerine kenetlenmiş ve birbirlerine yakın alanlara yerleşip kalmışlar. Dolayısıyla ne isteniliyorsa ona göre mahalle seçimi yapıyorum. Tabi ilk geldiğimde bunu bilmediğimden ya aç kalıyordum ya da sürekli çikolata, abur cubur.

Gece hayatı nasıl? Özellikle sevdiğin, tercih ettiğin yerler var mı?

Buranın en iyi gece kulübü, İstanbul’un en kötüsüdür diyebilirim. Club olayını sevmeyen bir insan olmama rağmen söylüyorum bunu, siz düşünün artık. Barları fena değildir ama. Ben Yunan restoranlarını tercih ediyorum genelde. Şehir merkezinde okyanus kenarında “Cyren” adlı bir restoran&bar var, biraz uzak olsa da hiç üşenmeden oraya giderim. Evdeysem yaklaşık 20 dakika yürüme mesafesinde olan “Meet The Greek“e giderim. Güzel bir rakı sofrası ile keyif yapar, üzerine kahvemi içer gelirim.

Dönmeden mutlaka görün/gezin diyebileceğin birkaç yer söyleyebilir misin?

Dönmeden mutlaka görün denilebilecek bir yer yok aslında. Bu konuyu daha önce arkadaşlarımla da çok konuştuk. Annesi gelen “Nereye götürsek yahu?” düşüncelerine boğuluyor. Doğa yürüyüşü sevenlere 3 Sisters ve Blue Mountain diye iki farklı ismi olan alanı tavsiye ederim. Fakat giderken su ve yemeklerini yanlarında götürsünler, çünkü oralarda bunları sağlayabileceğiniz bir alan yok. Reklamlara aldanılmasın mesajını vermek isterim. Burası müthiş bir ülke falan değil, sadece ekonomisi güçlü onda da uluslararası öğrencilerin katkısı büyük. Eğitimi de eğitim değil bana kalırsa. Mühendislik okuyorum ama Türkiye’nin en düşük eğitim seviyesinde olan üniversitesi önüme sınav kağıdı koysa kalem kıpırdatamam.

Şimdi geldik saçma ama merakımıza yenik düştüğümüz sorulara. Ne zaman National Geographic açsam Avusturalya’daki ölümcül zehirli yılanlardan, bi’ bakışıyla adam öldüren kurbağalardan falan bahsediyorlar. Gerçekten böyle tuhaf bir ortam var mı? Yoksa biz çok mu belgesel izliyoruz?

Bulunduğum bölge orman ve çöllerden uzak olduğu için o durum pek yok. Ama her yaz ayağı, bacağı köpekbalığı tarafından ısırılan sörfçü haberleri görüyoruz mutlaka. Ben hayvansever sanıyordum kendimi; burada uçan hamam böcekleri yüzünden acımasızca öldürüyorum dayanamayıp.  Ama yerlisi umursamıyor pek. Çalıştığım kafede bir gün kalabalık bir grubun masasındaki bir tabaktan kızarmış hamam böceği çıkmıştı, adam sadece sessizce gösterdi mesela.

Tavsiye niteliğinde: Çin ya da Vietnam mahallelerinde yaşarsanız hiçbir şekilde börtü böcek, ölümcül hayvan derdiniz olmaz.

Ortalıkta kediler yerine kangurular dolaşıyor mu mesela? (Abartmayı severiz)

Hayvanat bahçelerine karşı olmama rağmen, demin de söylediğim gibi gezilecek yer sorunu olduğu için, annem Avustralya’ya geldiğinde beraber hayvanat bahçesine gidene kadar hiç gerçek kanguru görmedim. Ama hayvanın tüyünden derisinden, kolundan bacağından yararlanıyorlar. Hediyelik eşya satılan her yerde kanguru eli görürsünüz mesela. İlk başlarda sahte olduklarını sanıp incelemeye kalkışmıştım, Allah’tan öncesinde sorma kararı almışım, çünkü gerçekmiş. Sokakta cennet papağanı, kargalar ve hindi gibi tuhaf bir kuş türünden başka bir hayvan göremezsiniz. Türkiye’de sokak kedisi diye dışlanılan tekir cinsi kediler burada 200$’dan satılıyor ve size ait bir eviniz yoksa almanız yasak. “Sokakta kediler olsa bu böcek sorunu da çözülür” diye bir cümle kuracaktım ama, aklıma kedi köpek barbeküsü yapan insanlar gelince vazgeçtim.

Published by
oitheblog

Recent Posts

2024 Viyana Gezisi Notları: Avrupa’nın En Avrupalı Şehri

Dünyanın en yaşanabilir şehirleri listesinin 1 numarasını yıllardır zapt etmiş, “muasır medeniyetler seviyesinin ne olduğunu…

17 saat önce

Düsseldorf Gezi Rehberi: 1 Günde Neler Yapılır?

Galiba hayatımda hiç özel olarak uçak bileti alıp Düsseldorf’a gezmeye giden bir insan görmemiş olabilirim,…

2 hafta önce

Amsterdam Gezisi Notları: Yeni Öneriler, Birtakım Övgüler

En son ne zaman Amsterdam gezisi için yollara düşmüştük diye bir bakıp üstünden 5 sene…

3 ay önce

Atina Gezisi Notları: İhtimallerin Heyecanına Üzülüyorum

Kişisel tarihimizdeki ilk Atina gezisi üstünden neredeyse 8 sene geçtiğini fark ettiğimizde zamanın ne kadar…

5 ay önce

2023 Tiflis Gezisi Notları: Bazı Yeni Keşifler

Hatalarımızdan ders almamak konusundaki ısrarcılığımızın bir belgesi olarak bir önceki Tiflis Gezisi Notları kapsamında “buraya…

8 ay önce

Kazbegi Gezi Rehberi: Gürcistan ile Bağları Kuvvetlendirme Girişimi

Az önce kapı çaldı. Eskimiş metal grubu tişörtüm ve berbat şekilde toplanmış saçım ile kapıyı…

8 ay önce