Categories: YAŞAM

Baba Ben İşi Bırakıyorum: Türkiye’de “Blogger” Olmak

Toplum tarafından pek de kabul görememiş bir mesleğe sahip olmak acayip bir şey. Özellikle blog yazarı olmak gibi bir “çılgınlığa” kalkışmaya karar verdiyseniz ve bunun üzerinden yaşamınızı sürdürme girişiminde bulunduysanız vay halinize. Tabii ki bu bir “ah biz neler çekiyoruz kardeş bir bilsen…” temalı, “senin derdine de, sana da…” dedirtecek türden bir yazı olmayacak, ancak bir Türkiye Blog Yazarları Sendikası gibi bir şey olmadığına göre ve blogger olmak ile ilgili sorular bitip tükenmediğine göre size durumu biraz açıklamanın bir sakıncası olmadığını düşündüm. Fırsat bulmuşken azıcık da dert yanarım, fena mı?

Efenim bu blogger olmak işi öyle bir sabah kalkıp alacağınız bir karar değil. Aslına bakarsanız Türkiye koşullarında bu kararı almak akıl karı bir iş değil. Zaten ben kendime blogger demekten bile haz etmiyorum ya, orası ayrı mesele. Daha ilk etapta kabullenmeniz gereken onlarca şey var. Bir kere anneannenize ne iş yaptığınızı anlatabilmek, arkadaşlarınıza sürekli boş boş gezmediğinizi kanıtlayabilmek, sizi tanımayanlara “baba parası yiyen bir işsiz” olmadığınızı açıklayabilmek gibi problemlerinizin olduğu bir dünyanın orta yerine düşüveriyorsunuz. Hadi yakın çevreyi ve sizi takip eden kimseleri bir kenara koyalım, sizi yolda çeviren bir polisin ne iş yaptığınızı sorduğunu ve “blogger’ım ben” cevabını verdiğinizi düşünün. Düşünemediniz di mi? 404 not found. Ya da düşünüp de inceden bir gülümsemiş olabilirsiniz. Çünkü bazen o kadar pes ediyorsunuz ki, dünyanın en absürt diyalogları listesine ilk sıralardan giriş yapabilme potansiyeli olan durumdan kurtulmak için o polise “işsizim ben” demeyi bile kabullenecek noktaya geliyorsunuz, öyle bir durum. Bitirdiğiniz üniversiteyi, yaptığınız master’ı, yazılan onca yazıyı, üretilen onca içeriği, sabahlara kadar çalışmaları, hoop hepsini bir kenara koyuyorsunuz. Ayrıca bazı aile bireyleriniz tarafından (bizim çekirdek ailelerimizin bununla ilgisi yok, onlar hep destek tam destek) “ah çocukcağız 2 üniversite bitirdi, şimdi boş boş geziyor” muamelesi görmeniz de cabası. Harika di mi?

Hadi diyelim tüm bunları kabullendiniz ve yolunuza devam etmeye karar verdiniz. Tabii ki işin bir de para kazanmaya çalışma kısmı var. Sonuçta kimse size blogger olduğunuz için maaş verecek değil. Sabit bir geliriniz yok, ne kazanacağınızı bilmiyorsunuz, hayatınızla ilgili net bir planlamaya giremiyorsunuz ve tam anlamıyla 1 ay sonra ne olacağını bilmiyorsunuz. Manyaklık değil mi? Bir de Türkiye’de bu işlerin ne kadar hafife alındığını düşünecek olursanız durum bayağı vahim…Sanki herkes herhangi bir araştırmasını internet üzerinden yapmıyormuş, bloglar hepimizin hayatının içinde değilmiş, hatta birçok konuda tercihlerimizi şekillendirmiyormuş gibi davranan yüzlerce insanla bir arada olmak durumundasınız çünkü. 1 ay kazandığınız paranın çeyreğini diğer ay kazanıp kazanamayacağınızı bilemeyeceksiniz. Bazen yapmaya gönülsüz olduğunuz işlere yönelmek zorunda kalacaksınız falan, bunlar hep kabullenmek durumunda olduğunuz konular.

En kötüsü de, aslında her şey “takipçi” sayısına bakıyor. İçeriğin önemini kavrayabilen, takipçi sayısından çok okuyucularla/takipçilerle etkileşimin önemini algılayabilen, ya da kavramış olmasına rağmen bunu umursayan insan çok az. Bunun temelinde de kimsenin birbirini/adına çalıştığı kurumu ya da markayı falan zerre kadar umursamaması yatıyor. Birinin takipçi sayısının çok fazla olması o kişiyle çalışılması için yeterli bir sebep. Çoğu ajans, çoğu marka konuya bu sığlıkta yaklaşıyor. Özgün içerik üretmekten, bu işe gerçekten kafa patlatmaktan, emek vermekten bihaber insanlar ön plana çıkıyor ve siz de şaşırdığınızla kalıyorsunuz. Gerçekten insanlara faydalı olmaya çalışan, yalnızca para kazanabilmek adına değil, hakikaten özgün ve yaratıcı şeyler üretmek isteyen insanların öne çıkamadığını gördükçe deliriyorsunuz! Sonra ne oluyor? Sabahtan akşama kadar aynı insanlar, aynı “fenomenler”, aynı ürünlerin reklamını yapıyor ve biz de hep beraber bunu normal karşılıyormuş gibi davranmaya devam ediyoruz. Şöyle düşünün: X ürününü aynı anda kaç blogger’ın Instagram profilinde birden gördüğünüze dikkat ediyor musunuz? Bu insanların bu ürünü gerçekten deneyimlediğini, gerçekten beğenip beğenmediğini ya da hakikaten tavsiye edilebilir bir şey olduğu için edip etmediğini sorguluyor musunuz? Başka bir örnekten gidelim. X etkinliği. Tüm popüler bloggerlar orada. Bu bloggerların hangi alana odaklandığı, hangi alanda uzmanlaştığı, söz konusu etkinliğin onun ilgi alanları ile örtüşüp örtüşmediği önemli değil, önemli olan o kişinin takipçi sayısının çok olması. Onun “x etkinliğinde çooook eğleniyoruuuuz allahıım keşke hiç bitmese” temalı paylaşımlarına güveniyor musunuz? Sanmıyoruz. Peki bu kadar şeyi niye anlattım, bu iş para kazanma konusuna nasıl bağlanıyor? O da şöyle oluyor: Türkiye’de blog/sosyal medya camiasını domine eden bir takım kimseler var ve para kazanılabilir işler çok yüksek ihtimalle öncelikle onlara gidiyor. O kişinin moda, seyahat, yaşam, müzik ya da sanat üzerine odaklanıyor olmasının hiçbir önemi yok. (neyin önemli olduğunu yukarıda 182 kez söylediğim için bir daha söylemeyeyim hadi) Yani piyasaya “moda blogger’ı” diye çıkan birinin çok takipçisi varsa müzikle ilgili bir projede de onunla çalışılabilir, seyahat içerikli bir işte de o düşünülebilir, bir sanat etkinliğine de o dahil olabilir. Neden? Çünkü o Instagram takipçi hanesinde 50k+ bir şey yazıyor. Tabii ki bu takipçi sayısına sahip insanların hepsi yukarıda söz ettiğimiz gibi kişiler değil, hatta bazıları gerçekten şahane, “iyi ki var” dedirtebilecek insanlar, ancak çok net bir şekilde bu genellemenin içine sokabileceğimiz bir sürü insanla karşılaştığımızı da reddedecek değiliz. Bu kişiler genellikle öncelikli olarak blogger olmaktan/sosyal medyadan para kazanabilen kişiler. Sosyal medyada paylaştıklarından, bloglarında adını geçirdikleri ürünlerden, her şeyden para kazanabiliyorlar. Geri kalan bloggerlar ise çoğunlukla “100 lira verelim linkimizi paylaşın” ya da “ayda 200 lira verelim bizim için yazı yazın” gibi saçma sapan önerilere maruz kalıyor. “Benim şöyle bir fikrim var, bu projeyi şuna çevirsek” gibi yaratıcı olabilecek, farklılık, çeşitlilik sağlayabilecek onlarca fikir göz ardı ediliyor, çünkü onlar için bir önemi yok. Üstelik bu öneriler oha dedirtecek markalardan, yıllardır adını duyduğunuz dergilerden, gazetelerden gelebiliyor. Aslına bakarsanız çoğu kurum ve kuruluş öncelikle bedava içerik edinebilmek için çabalıyor, karşısındaki kişi bu işi biraz biliyorsa ve bunları yemezse tam anlamıyla bir “al şu 100 lirayı sus canısı” muamelesi çekiyor. Var mısınız blogger olmaya?

Biz işin bu kısımlarını küçük çaplı atlatıp bir sonraki aşamalara doğru ilerlemiş olmamıza rağmen halen ciddi anlamda bu durumdan şikayetçi bir haldeyiz. Yer yer büyük umutsuzluklara kapılıyor, yer yer çaresiz hissediyor, yer yer mutsuz oluyoruz. Ama devam ediyoruz tabii. Çünkü çok çalışıyoruz, hakikaten çok çalışıyoruz. Muhtemelen tipik, ortalama bir maaşlı çalışanın çalışma saatlerinden kat kat fazladır. Çünkü hem kabul görmeyen, hem anlaşılmayan, hem ne kadar emek verildiğine dair kimsenin bir fikrinin olmadığı bir mesleğe sahip olmak, özellikle de Türkiye koşullarında bu mesleğe sahip olmak ciddi bir çalışma gerektiriyor. İşin kötüsü 8-5 çalışayım, sonra eve geleyim tv’nin karşısında bayılayım tarzında bir iş de olmadığı için nerede durmamız gerektiğini bilmeden sabahlara kadar yazı yazarken falan buluyoruz kendimizi. Çok şükür yazmaktan, keşfetmekten, üretmekten bayağı keyif alıyoruz da akıl sağlığımızı koruyabiliyoruz. Görmek istemediğimiz, okumak istemediğimiz, uyduruk bir şekilde yazıldığı aşikar olan içerikleri hatırlatabilecek şeyleri bile yazmamaya çalışıyoruz. O yüzden küçük bir çemkirme, iç dökme, dertleşme yazısı yazmayı da hak etmişizdir diye düşünüyoruz.

Özetle blogger piyasasına durum bu arkadaşlar, hani “ben de blogger olmak istiyorum, nasıl başlasam?” diye mailler atıyorsunuz ya, önce şu yukarıda yazdıklarımızdan haberdar olmanız iyi olur diye düşündük.

Öpücükler.

Ö.

Published by
oitheblog

Recent Posts

2024 Viyana Gezisi Notları: Avrupa’nın En Avrupalı Şehri

Dünyanın en yaşanabilir şehirleri listesinin 1 numarasını yıllardır zapt etmiş, “muasır medeniyetler seviyesinin ne olduğunu…

1 gün önce

Düsseldorf Gezi Rehberi: 1 Günde Neler Yapılır?

Galiba hayatımda hiç özel olarak uçak bileti alıp Düsseldorf’a gezmeye giden bir insan görmemiş olabilirim,…

2 hafta önce

Amsterdam Gezisi Notları: Yeni Öneriler, Birtakım Övgüler

En son ne zaman Amsterdam gezisi için yollara düşmüştük diye bir bakıp üstünden 5 sene…

3 ay önce

Atina Gezisi Notları: İhtimallerin Heyecanına Üzülüyorum

Kişisel tarihimizdeki ilk Atina gezisi üstünden neredeyse 8 sene geçtiğini fark ettiğimizde zamanın ne kadar…

5 ay önce

2023 Tiflis Gezisi Notları: Bazı Yeni Keşifler

Hatalarımızdan ders almamak konusundaki ısrarcılığımızın bir belgesi olarak bir önceki Tiflis Gezisi Notları kapsamında “buraya…

8 ay önce

Kazbegi Gezi Rehberi: Gürcistan ile Bağları Kuvvetlendirme Girişimi

Az önce kapı çaldı. Eskimiş metal grubu tişörtüm ve berbat şekilde toplanmış saçım ile kapıyı…

8 ay önce