İsveç: Malmö, Lund ve Göteborg Üzerine

6623305521_76d5f74733_b

İsveç, “İşte dünyanın en yaşanılası 10 ülkesi!” başlıklı  haberlerin tartışmasız isimlerinden. Eğer ideal yaşam diye bir şey varsa, bunu gerçekleştirmek, oralara bir yerlere gittiğiniz takdirde mümkünmüş gibi geliyor insana. En azından bende bıraktığı izlenim buydu. O yüzden, Nilay Kılınç ile gerçekleştirdiğimiz bu röportaj, benim tüm merakımı giderip yerini en yakın zamanda İsveç’i ziyaret etme isteğine bıraktı. Nilay, her şeyi o kadar güzel anlatıp detaylandırdı ki, Halkalı Çöplüğü’nü bu şekilde anlatsa, oraya da ilgi göstermeye başlardım herhalde. Okumaktan inanılmaz keyif alacağınız bir söyleşi olduğunu düşünüyorum, ve  İsveç’e özel bir ilginiz varsa, Nilay’ın bloguna da kesinlikle göz atmanızı tavsiye ediyorum.

nilayNeden İsveç’i tercih ettin? İş ya da okul ile alakalı mı, yoksa kişisel tercihin mi?

İsveç’e gelmemin arkasında esrarengiz olaylar var! Henüz okuma yazma bilmiyorken, babama ait Kanada ile ilgili bir kitapta doğa resimlerine bakıp, “geyiklerin, göllerin olduğu, sürekli kar yağan bir yerde yaşasak keşke…” diye düşünürdüm. Daha sonraları bir Finlandiya romantisizmi başladı ve liseye geldiğimde artık Finlandiya, aile ve arkadaşlar tarafından benle özleştirilen bir ülke olmuştu. Kalevala başucu kitabımdı; Fin folklorik müzikleri dinler, metal gruplarını takip ederdim. Bu dönemde genel olarak tüm İskandinavya ülkelerinin edebiyat ve sanatıyla ilgilenmeye başladım. Üniversite yıllarımda İsveç ve Danimarka’nın göç politikalarıyla haşır neşir oldum. Bu konuları incelerken İsveç’in yüksek lisans için uygun bir ülke olduğuna karar verdim. Doğa dostu, kadın ve LGBT hakları savunucusu, bilim düşkünü İsveç! Sürekli gelişmeye çabalayan bir ülkede okumak beni ideallerim doğrultusunda besler diye düşünüp Lund Üniversitesi’nde Avrupa Çalışmaları yüksek lisansına başladım. Aynı zamanda  Malmö Üniversitesi’nde göç üzerine çalışıyordum. An itibariyle yine aynı alanda, bu sefer Göteborg’daki bir akademik projede araştırma asistanı olarak çalışyorum. İki buçuk senedir İsveç’te olmama rağmen Finlandiya’ya hiç gitmedim. Ben insiyatif almadan, olayların beni oraya sürüklemesini bekliyorum, Finlandiya konusunda çok romantiğim. En nihayetinde çocukluk aşkım!

Hayatını Malmö, Lund ve Göteborg üçlüsü arasında geçiriyorsun. Bu üç şehri birer kelimeyle tarif edecek olsan, hangi sözcükleri seçerdin?

Malmö için falafel, Lund için bisiklet, Göteborg için müzik diyorum. İlk çağrışımlar bunlar oldu…

Peki, hayatının sonuna kadar bu üç şehirden birinde yaşayacak olsan, hangisini tercih edersin? Ve neden?

Lund’un benim neznimde yeri ayrı olmasına rağmen Göteborg’u tercih ederim. Göteborg, Malmö ve Lund ile kıyasladığımda bana daha bir “İsveç kenti” hissi veriyor. Aynu zamanda Göteborg İstanbul’u anımsatıyor bana. Deniz kokusu, balık kokusu, köprü, hareketlilik, şehirdeki tezatlıklar… Lund, öğrenciler için biçilmiş kaftan fakat üniversite ile ilişiğiniz kesildiğinde çok sıkıcı bir yer haline geliyor çünkü bütün şehir öğrenciler üzerine kurulu. Eğer öğrenci değilseniz gidebileceğiniz bar sayısı bir elin parmaklarını geçmez, sinema deseniz iki tane var, ev bulmanız zorlaşır. Öğrenci kulüpleri Lund’un dinamosu ve onlara erişiminiz olmadığı sürece emekli hayatı yaşamaya mahkumsunuz. Malmö, Lund’a göre daha hareketli ve çeşitliliğin daha fazla olduğu bir yer. Lund’daki etnik çeşitlilik sadece üniversite kaynaklıyken, Malmö dünyanın her yerinden farklı etnik gruplara ev sahipliği yapıyor ve bu da Malmö’yü daha renkli bir şehir haline getiriyor. Malmö, bu üç şehir arasında en ucuza yaşayabileceğiniz şehir ayrıca. Kopenhag’a yakın olması da cabası! Fakat yine de küçük bir şehir ve bir sene sonunda orada da başa sarıyorsunuz.

Biliyorsun, biz önyargılı milletiz. İsveç deyince aklımıza soğuk geliyor. Hava gerçekten de hayatı olumsuz yönde etkileyecek kadar soğuk oluyor mu?

Ben buraya soğuğu için geldim ama aradığımı bulamadım. Lund ve Malmö güneyde olduğundan kar pek nadir yağar, havanın da -10’dan aşağısına düştüğünü görmedim. Hatta kar yağdığında trenler gecikir, kuzeydekiler de bu sebeple güneyle dalga geçer. Sürekli yağan yağmur ve gri gökyüzü Amsterdam, Berlin ya da Londra’dan farklı değil. İsveç’in kuzeyindeki şehirlere gittiğimde tam da istediğim havayı buldum. Kar her yeri aydınlatıyordu ve kuru soğukta daha az üşüdüğümü farkettim. Güneyin nemli ve rüzgarlı havasında ne giyerseniz giyin soğuk kemiklerinize işliyor, fakat kuzeyde sıkı giyinirseniz kesinlikle üşümüyorsunuz. İstanbul standartlarına göre hava tabii ki oldukça sert. Kışın rüzgara karşı savaşı kaybedip bisikleti yan yatan çocuk ve yaşlılar görebilirsiniz. Ben artık İstanbul ziyaretlerimde  mont taşımıyorum, gerçekten de İsveç’ten sonra çok sıcak geliyor.

isveçİsveç dünya çapında refah seviyesi en yüksek ülkelerden biri olarak kabul ediliyor. Orada yaşayan biri olarak, yaşam koşullarının daha iyi olduğunu, Türkiye’ye kıyasla farklı olduğunu hissediyor musun?

İsveç’te kalmayı istememin temel sebebi yüksek yaşam kalitesidir. Toplu taşıma her zaman iyi işler, sokaklar temizdir, sağlık sistemi sizi yarı yolda bırakmaz, hava ve su bedavadır ve en önemlisi de bütün sistem sizin kendinize ve ailenize zaman ayırabileceğiniz şekilde düzenlenmiştir. Türkiye’de ne kadar zengin olursanız olun, o Porsche’yle iki saat trafikte kalacaksınız kaçarı yok. İsterseniz en güzel köşkte yaşayın, kaldırımlarınız yine bozuk olacak. En iyi restauranttan eve dönüşte taksiciye sigara uyarısında bulunun, adam yine bildiğini okuyacak. İşten eve sekizde varan insanın nasıl bir sosyal hayatı olabilir? O yüzden herkes eve döndüğünde yemek yiyip, dizi izliyor. Türkiye’de yaşam kalitesi paraya endeksleniyor, halbuki yaşam kalitesi insanların en basit ihtiyaçlarını sorunsuz giderebilmesiyle ilgili.  İsveç’te suyu musluktan içersiniz, Türkiye hesapta su kaynaklarının bol olduğu bir yer iken, suyu plastik tüplerde alıyorsunuz. Yürümek, koşmak isteseniz bunları yapabileceğiniz düzgün yollar yok, ki yol olsa dahi insanlar size aklınızı kaçırmışsınız gibi bakıyorlar. İsveç’ten İstanbul’a ziyarete geldiğimde nefes darlığı çekiyorum çünkü İstanbul’un havası boğazımı yakıyor. Bu bahsettiklerim basit ve temel ihtiyaçlar ama maalesef Türkiye böylesine basit gereksinimleri bile karşılamayan bir yer. İyi örnekler yok değil, mesela Eskişehir bisiklet ve yürüyüş yolları, müze ve sanat evleri, mimari yapılarıyla yaşanılabilecek bir şehir.

Pahalı bir ülke mi? Bunu sorarken sokakta aldığın suyun fiyatından, ödediğin kiraya ya da marketten aldığın peynire kadar birçok konuyu göz önünde bulundurarak soruyoruz tabi. (gördüğün gibi büyük bir merak içindeyiz)Nasıl bir bütçe oluşturdun? Bize günlük hayattan biraz örnek vererek anlatabilir misin?

İsveç öyle pahalı ki, her aldığının Türk lirası karşılığını hesaplayan bir arkadaşın saçları beyazladı! Şaka bir yana, İsveç’te yaşayacaksanız burada çalışmanız şart. Maaşınızı İsveç standartlarında aldığınız sürece iyi bir hayatınız olur ama paranız Türkiye’den aile ya da devlet eliyle geliyorsa zorluk çekebilirsiniz. Kira fiyatları oldukça yüksek. Bir öğrenci odasının kirası 700-800 lira civarı tutuyor. Dışarıda yemek yemek ve içki içmek de lüks sayılıyor. Ama mesela toplu taşıma en azından İstanbul’a nazaran daha ucuz. İnternet aylık ücretleri de Türkiye’ye nazaran çok düşük (İsveç’teki internet kalitesi gerçekten göz yaşartıyor!) Ama Sefiller’i yaşamadan da oluyor. Mesela her İsveçli gibi öğle yemeğinizi lunch box’a koyarsanız, kahvenizi termosunuzda getirirseniz, sadece cuma ya da cumartesi akşamları çıkarsanız bütçenizi bir nebze rahatlatırsınız. Ben bu şekilde yaşıyorum ve böylece bütçemi sıkıntıya sokmadan geçinebiliyorum. İsveçliler para konularında dikkatli davranırlar. İşlerini görecek iyi kalitede bir mal alıp iyice eskiyene kadar onu kullanırlar, az ama öz yaşarlar. Yemek konusunda da aynılar. Önden çorba, ana yemek, yanında salata, akabinde tatlı gibi bir menü asla olamaz. Bir öğünde bir çeşitle geçiştirirler. Türkiyeliler’in Avrupa’da yaşadığı, “abi, adamlar domatesi sayıyla alıyorlar!” travması bundan yani! Türkiye’deki bolluk bereket (ve müsriflik) burada yok.

3699587906_d0e0e809fa_bKültürel adaptasyon konusunda problem yaşıyor musun? Kültürel anlamda tuhaf bulduğun, “burada neler dönüyor?” dediğin, komik bulduğun anlar/durumlar oldu mu?

Kültürel adaptasyondan ne anladığımıza bağlı. Benim için bu, buradaki eğitim sisteminde başarılı olmak, iş bulmak, az buçuk bir arkadaş grubu edinebilmek, dili ilerletmek, buranın kültür ve sanatı mevzu olduğunda iki kelam edebilmekti. Bazı konularda kendimi değiştirdim. Mesela yalnız yaşamak bana kendimle geçinebilmeyi, planlı yaşamayı ve zamanın değerini öğretti. Batı’nın iyi yönlerini almak lazım. Çünkü eğer her şeye adapte olmak isterseniz, bu kendi doğrularınızdan vazgeçmek anlamına geliyor. Mesela burada yaşlılara yer vermek, para almadan bir yemek tertip etmek, yolda birine yardımcı olmak, tanımadığınız biriyle konuşmak pek de kolay rastlanacak şeyler değildir. Ben bunlara özellikle adapte olmak istemedim. Evimde yemeğe davet ettiğim insandan para istemem gibi bir durum olamaz. Ya da, ben yine de yaşlı birine yer vereyim, isterse o oturmasın  (zaten genelde kabul etmiyorlar) ama bu, artık onun derdi. Yolda yardıma muhtaç birini görürsem tepkimi gösteririm, beni İsveçliler’in bu durumlarda ne yaptığı hiç ilgilendirmiyor. Bu tür sosyal kodlara uymam, çevremdekilere de, başka bir yaşamın mümkün olduğunu gösteririm.

En garip bulduğum şey Dr. Jekyll & Mr. Hyde durumu. O da İsveçliler’in alkol aldıklarında normalin çok üstü bir seviyede sosyalleşmeleri ve samimileşmeleri. İsveçli arkadaşınız size alkollüyken, “sen benim şöyle kankamsın, böyle ciğerimsin” derse, ertesi sabahı bekleyin. Koridorda yanınızdan geçerken, göz teması kurmadan selam verip gider. Bu anormal karakter değişimleri dışında garip bulduğum bir durum olmadı. Zaten adapte gelmiştim, adapte devam ediyorum.

Buarada, kendi blogumdaki,  İsveçli’nin Halet-i Ruhiyesi başlıklı yazımda, İsveçliler’in genel özelliklerini anlatıyorum, merak edenler için linki: http://pippilongscarf.wordpress.com/2012/04/25/isveclinin/

DSCN3104Arkadaşlık ilişkileri oluşturmakta güçlük çektin mi? Evet biliyoruz, bu tamamen karakterinle paralel bir durum, ancak oradaki insanların arkadaşlık ilişkileri kurarken bizden farklı olup olmadıklarını merak ediyoruz. Bir suratsızlık, bir “nemrudun kızılık” söz konusu mu?

İsveçliler arkadaşlıklarını yavaş yavaş ilerletirler. Sanırım ben de böyle olduğumdan bana bu ağırdan almacılık hiç rahatsızlık vermedi fakat bundan şikayet eden insanlar tanıyorum. Geriye dönüp baktığımda dostlar edindiğimi görüyorum, bu beni mutlu ediyor. Mesela  iş için İsveç dışına çıktığımda buradaki arkadaşlarımı özlüyorum. Ama belirtmeliyim ki, İsveçliler’in arasına karışmak, bir grubun parçası olmak o kadar da kolay değil. Sabır ve emek istiyor. Her adımı karşı taraftan bekleyen biriyseniz, işiniz zor demektir.

Ülke geneli için zorlu bir soru olacak belki ama, etkinlik/konser/gece hayatı aktifliği ne durumda? Soğuk olmasının eğlenceyi baltaladığı oluyor mu, yoksa orada yaşayan birini tatmin edecek noktada mı?

Lund’un eğlence hayatı bellidir. Öğrenciyseniz önce birinin evinde förfest yani partiye ısınma yaparsınız. Akabinde öğrenci barlarından birine gider, kapıdaki kuyrukta uzunca bir süre bekledikten sonra sanki içeride harika bir olay dönüyormuş gibi bir heves bara dalarsınız. Bar 2 gibi kapanır sonra efterfest, yani parti sonrası eğlencesi başlar. Yine birinin evine/odasına gidilir, herkes zom olmuş durumdadır, kimse de “yahu biz bu gece elle tutulur ne yaptık?” demez. Şanslıysanız bir kısa film gösterisi, iyi bir DJ vs. olabilir o gece. Malmö’de de durum farklı değil. Orada da öğrenci barı yerine normal barlara gidiliyor, bazı barların iyi etkinlikleri olabiliyor fakat tabii 25-30 lira gibi bir ücreti sadece girişte vermeyi göze alırsanız. Göteborg’da alternatif daha çok, en azından club sevmeyen pub’a gider, canlı müzik seven o tarz bir yere koşar vs. Kültürel etkinlikler konusunda Göteborg yine büyük bir şehir olarak daha çok alternatif vaadediyor. Burada bir çok müze var ve hepsi 25 yaş altı için bedava. Ben genelde eğlence açlığımı Kopenhag’a saklıyorum. Kopenhag’da eğlence bambaşka! İsveç’e göre daha rahat ortamlar var. Hatta hiçbir yer kesmezse, Seven Eleven’dan bira alıp street fest yaparsınız. (İsveç’te alkol sadece System Bolaget denilen tekellerden alındığından öyle bir şansınız yok, zira haftaiçi 7’de, cumartesileri 3’te kapanıyorlar) Mesela geçen hafta Kopenhag Pumpehuset’te YoungBlood Brass konserine gittim, hem konserden hem de konser mekanından çok keyif aldım. Uzun bir aradan sonra Kopenhag çok iyi geldi.

Dil öğrenebildin mi? Öğrenilebilecek gibi bir dil mi, yoksa hiç girişmeyelim mi?

Güneyde konuşulan lehçe (Skånska) dilime yapışmasın diye çok uğraştım ama tabii sürekli o lehçeyi duyduğum için bölgeye özgü bazı deyişler ve teleafuz biçimleri ister istemez yer etti. Eğer çok derin bir muhabbet dönmüyorsa İsveççe konuşurum ama hala kendimi İsveççe konuşurken çok da rahat hissetmiyorum. Göteborg’da konuşulan İsveççe’yi çok sevdim (Göteborska), o şekilde konuşmaya çabalıyorum.

Bu 3 şehirden hangisi etkinlik açısından daha aktif olarak değerlendirilebilir?

Üniversite etkinlikleri Lund’da oldukça yoğun olmasına rağmen genel anlamda çok da tatmin edici değil. Malmö biraz daha faal ve her geçen gün daha da iyiye gidiyor. Göteborg ise  sanırım her türlü beklentiyi İsveç standartları içinde karşılar. Burada da üniversite önemli bir etkinlik merkezi ama üniversite dışında şehrin her köşesinde sanat, kültür, spor faaliyetleri bulunabilir.

malmöBize Malmö, Lund, Göteburg üçlüsüyle ilgili birkaç tavsiyede bulunabilir misin? Buralara kadar gelmişken denemeden, görmeden dönmeyin dediğin şeyler var mı?

Lund, çok şirin bir öğrenci şehri ve aynı zamanda Danimarka Krallığı altında bulunduğu yıllarda önemli bir ticaret ve dini merkez olduğundan çok eski mimari yapılarının günümüze kadar bozulmadan gelmiş olduğu bir yer (İsveç’in Dünya Savaşları’na katılmaması dolayısıyla tarihi doku korundu). Lund’da üniversite binalarının, kalenin (AF Borgen) ve Lund Kilisesi (Domkyrkan)’ın bulunduğu  Lundagård’u mutlaka gezin ve İskandinavya’nın en büyük açık hava müzelerinden biri olan Kulturen’i ziyaret edin. Oradan Botanik Bahçesi’ne yürüyün ve sera kısmında Amazon Ormanları bölümünü görün. Üniversite’nin muazzam kütüphane binası için Helgonabacken’e gidin ve hazır gelmişken Skissernas Museum’da bir sanat turuna çıkın. Şehrin gençlerinin takıldığı Ariman Café’de Nils Oscar birası için, Ebbas Skafferi ya da St. Jakobs’ta bir kahve molası (ya da İsveçliler’in deyişiyle fika) verin. Kahvenizin yanında İsveç usulü bir tatlı alın, mesela semla, vaniljhjärtan, kanelbulle, mazarin vs. En önemlisi, Lund’un arnavut kaldırımlı dar sokaklarında kaybolun, yolunuz elbet merkeze çıkacaktır nasıl olsa. Eğer Lund’da yaza kadar kalacaksanız, şehrin en büyük şenliği olan Valborg için Stadsparken’e gidin.

Malmö’de Moderna Museet’i ziyaret edin, mutlaka iyi bir sergiye denk gelirsiniz. Malmö’nün tarihine kısa bir yolculuk için Malmö Hus’e gidin. Kafe ve barlarla dolu Lilla Torg’da yemek yiyebilirsiniz (Benim favorim eğer yemek yiyecekseniz Piccolo Mondo, kahve içip plak bakacaksanız Folk Å Rock). Moriskan’ın websitesinden akşam için ne var ne yok bakıp, oraya eğlenmek için gidebilirsiniz. Eğer hava güzelse önce Folkets Park’ın çimlerinde oturup, müzik yapan gençler eşliğinde biranızı yudumlayıp, sonra Moriskan’a geçebilirsiniz. Kanalda kanoyla gezebilir ya da küçük bot turlarına katılabilirsiniz. Yine hava güzelse Limhamn plajına gidip, denize girebilirsiniz. Orada sauna imkanı da var. Büyük bir arkadaş grubuyla gidip, mangal yakmak için de ideal bir yer. Kreuzberg havasında takılmak için Möllan’a gidip, Simpan’da kahve ya da bira içebilir,   Ölkaféet’de oldukça ucuza förfest yapabilirsiniz. Malmö’de sadece şehir merkezinde dolaşacaksanız her yer yürüme mesafesidir. Aksi halde bir Jojo kart (yani toplu taşıma kartı) edinmeniz şart. Jojo hem Malmö hem Lund’da kullanılabilir. Ağustos ayının son haftası Malmö’deyseniz, şehrin en iyi zamanında denk geldiniz demektir. Malmöfestivalen kapsamında şehrin her yeri konser, seminer, workshop ve bir çok başka etkinlikle doluyor. Mesela the Hives gibi bir grubu bedavaya izleyebilirsiniz.

Göteborg’dayken sushi ve Thai restaurantlarına gidin, oldukça ucuzlar. Göteborg’da yapılacak çok fazla şey var ama vaktiniz kısıtlıysa en azından Göteborg Müzesi, Göteborg Sanat Müzesi ve büyük bir alana yayılan eğlence parkı Liseberg’i ziyaret edebilirsiniz. Alternatif müzik dinleyen ya da Berlin hipsterlığı peşinde koşan biriyseniz, Andra Langgatan’da takılın. İkinci el dükkanlar, coffee baristalar, ucuz publar mevcut. Benim favorilerim, Järntorget’in köeşindeki Pustervik (her daim etkinlikleri olur), Andra Långgatan’daki Publik (somonlu salatası ve craft IPA’leri oldukça iyi) ve Kelly’s (şehirdeki en ucuz bira burada galiba!). Kahve molası ve birbirinden güzel dükkanlar için Haga’ya gidebilirsiniz. Le Petit Café’nin tatlıları taze ve lezzetli. Cam kenarında oturup, yoldan geçenleri izlemek de oldukça keyifli. Bence şehrin en güzel caddesi olan Linnégatan’ı baştan sona yürüyüp, Hagabion (ya da şehirdekilerin Kino dediği) barda vegan bir akşam yemeği yiyebilirsiniz. Barın üstü sinemadır, şanslıysanız İngilizce ya da anladığınız başka dillerde bir sanat filmi izleyebilirsiniz. Şehir cuma ve cumartesileri  nasıl kendinden geçiyor, onu merak ediyorsanız Avenyn’deki pahalı bar ve club’lara gidebilirsiniz.  Eğer şehirden uzaklaşmak isterseniz, şehrin güney ucu Saltholmen’den adalara feribot kalkıyor. Simit ve çay yok ama yine de bir İstanbul havası veriyor. Ben Brännö adasını seviyorum, fakat kışın çok tenha oluyor. Son olarak Göteborg denildi mi müzikten bahsetmemek olmaz. Öncelikle bir Hakan Hellström ve bir Broder Daniel CD’si mutlaka edinin. Ve Ağustos başı gibi Göteborg’daysanız, Way Out West festivalini kaçırmayın!

İsveç’in yeme ve içme kültürüne dair daha fazla şey öğrenmek isterseniz blogumdaki iki yazı işinize yarayabilir. “Ne yemeden dönmeyelim, neyi yemeyi es geçelim?” için http://pippilongscarf.wordpress.com/2012/06/13/yemek-kulturu-101-6/, İsveç’in içki adabı nedir öğrenmek için, http://pippilongscarf.wordpress.com/2012/06/24/haydi-iciyoruz-skal-2/ ve http://pippilongscarf.wordpress.com/2012/06/27/ol-yanlis-anladiniz-ol-isveccede-bira-demek-2/.

8 Comments

  • Beraber gidelim finlandiya ya bende seviyorum o ülkeyi 🙂 keşke ulusalcı olsalar zorlaştırmasalar vize işlemlerini.

  • 20qündur lund’tayim gezdim malmoyu kopenhagi goteboryi ama şu varki medeniyet hayat şartlari quzel lund cok ii soguk bisiklet surmek harika insana canliya kurallara cok deger var làkin sıkıcı be arkdas zùppe cok kendini begenmis bi o kadeda kizlar quzeller tamam ama isvecin kizlarindaki hava araba lastigindede var ayrica insanlari kaypak ve ırkcılar bizlere karakafa diyorlar

  • merhabalar. faydalı bilgiler için teşekkür ederim. yakın zamanda 5 yıllık kontrat ile isveçte çalışma planım var. yaşamak için almulth’ a yakın nereleri tavsiye edersiniz. ( biri 7, diğeri 13 yaşında iki çocuk sahibiyim. eğitime bağlı olarak seçim yapabilirim )
    okul sistemi, sağlık sistemi nasıldır?
    vergi sistemi nasıldır?
    kaç yıl çalışırsam, oturma izni alabilirim?
    türkiyeye dönerken çalışırken ödediğim vergiden iade alabiliyormuyum.
    sizce ilk yerleştiğimde neler yapmalı, nelere dikkat etmeliyim.
    iyi günler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir